27 Ocak 2013

Silver Linings Playbook - Umut Işığım



Matthew Quick'in çok satanlar listesindeki aynı adlı kitabında sinemaya uyarlanan "Silver Linings Playbook", Türkiye'deki ismiyle "Umut Işığım", en iyi film, En İyi Yönetmen: David O. Russell, En İyi Erkek Oyuncu: Bradley Cooper, En İyi Kadın Oyuncu: Jennifer Lawrence, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Robert De Niro, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Jackie Weaver, En İyi Uyarlama Senaryo: David O. Russell, En İyi Kurgu dallarında 2013 yılının oscarlarına aday.
The Fighter "Dövüşçü" filmiyle tanıdığımız yönetmen David o.Russell, oldukça samimi ve gerçekçi bir film yaratmış. Karısını  bir tarih öğretmeniyle yakalayan Pat (Bradley Cooper), adamı öldüresiye döver ve 8 ayını bir rehabilitasyon merkezinde geçirir. Annesi, onun tüm sorumluluğunu üstlenerek eve geri götürür. Evde, obsesif -kompulsif ve öfkeli baba Robert de Niro ile duygusal ve pasif anne ile birlikte, duygusal iniş çıkışlar, normal hayata dönememe sıkıntısı ve eski hayatını tekrar kazanma takıntısıyla birlikte yaşayan Pat,  tam bir çıkmazdadır. Kocasının ölümünden dolayı depresyonda olan Tiffany 'nin (Jennifer Lawrence) hayatına girmesiyle Pat'in yaşamı farklı bir boyuta geçer.
Tiffany, kendi iniş çıkışlarıyla, Pat'i biraz daha gerçek yaşama hazırlar. Birlikte hazırlandıkları bir dans yarışması, müziğin büyüsü, yeni bir uğraş, onları birbirlerine yaklaştırırken her ikisi için de umut ışığı olur. Pat, sadece eski karısını geri kazanmayı düşünürken, ikinci şansın cazibesinin farkına varır. Filmde, dram, romantizm ve komedi iç içe geçmiş. Pat'in eve ilk döndüğünde yaşadığı hezeyanlar ve ilaç etkileşimleri, aile içi kavgaları ve bu olgun yaşında dahi çaresiz kalan babasından dayak yemesi, ailecek tüm mahalleyi ayağa kaldırmalarını içim burkularak izledim. Pat ve Tiffany'nin birbirlerine inanarak dans yarışmasına hazırlanmasını ve yarışmayı ise büyük bir mutlulukla izledim. 
Bradley Cooper için bence bu film bir umut ışığı olmalı; şimdiye kadar sadece komik, romantik, yakışıklı jön oyuncu imajı çoktan geride kalmış ve son derece gerçekçi rolüyle oscar adaylığını hak etmiş. Kendisi oscarı alır mı bilemem ama partneri Jennifer Lawrence için artık oscar zamanının geldiği kesin. Filmin playlisti de çok başarılı, eski karısıyla düğün şarkısı olan Stevie Wonder imzalı  My Cherie Amour  şarkısı ise pek çok yerde Pat'i çıldırtmaya yetiyor.
Bu samimi, eğlenceli ve düşündürücü filmi mutlaka seyredin. Her ailede ve hepimizin yaşamında zaman zaman zorlandığımız ve dibe çöktüğümüz kısımlar oluyor.Yeter ki çok uzun sürmeden umut ışığını görebilelim.

Tüm İnsanlar Gibi - Samuel Butler


1835-1902 yıllarında yaşayan İngiliz yazar Samuel Butler,ailesine, çevresine ve kiliseye karşı duyduğu nefret nedeniyle, din adamı olmasını isteyen babasına karşı gelerek Yeni Zelanda'ya gider; orada hayvancılık yaparak edindiği servetle tekrar ülkesine döner. Dönemin tabu yıkan adamı Darwin'in kuramını benimser ve Hristiyanlığı hicveden kitaplarıyla tanınır.

Yazar, "Tüm İnsanlar Gibi" kitabında da İngiliz Viktoryen burjuva döneminde yaşayan Pontifex ailesinin üç kuşağını kaleme almıştır. Babasının din adamı olmasını istediği ve maddi manevi tüm baskıları uyguladığı üçüncü kuşak Pontifex, ailesinden tamamen kopar ve mirastan bile vazgeçip iyisi ve kötüsüyle kendi hayatını yaşar. Halasından kalan miras, ona istediklerini yazabilmenin kapılarını açar. Etkilendiği Darwin, onu kiliseden yavaş yavaş uzaklaştırırken pek çok bölümde, Hristiyanlığın mucizelerini alaya alır ve kutsal kitaptan alıntılar alır. 

Yazıldığı dönem göz önüne alındığında devrim niteliğinde olan fikirler nedeniyle yazar, kitabını ölümünden sonra, 1903 yılında yayınlatmayı seçmiştir.  Klasik İngiliz Edebiyatına ve yazarlarına ilgisi olanlar için kesinlikle tavsiye edebileceğim bir kitap.

The Way of All Flesh






20 Ocak 2013

Amour - Haneke

 Yönetmen Michael Haneke'nin "Amour" filmi, oscar tarihinde hem en iyi film, hem de en iyi yabancı film dallarında aday olan ilk film oldu. Film geçtiğimiz hafta Golden Globe ödüllerinde en iyi yabancı film katagorisine de layık görüldü. Şehrimizde pek az sinema tarafından gösterimde olan filmi seyretmek bugüne nasipmiş.
Haneke'nin filmi tek bir mekanda, emekli müzik eğitmenleri Georges ve Anne'nin yaşadıkları yüksek tavanlı ve kasvetli bir apartman dairesinde geçiyor. 80'li yaşlarını geride bırakan çift, yaşamlarını sakin ve mutlu bir şekilde idame ettirmektedirler. Bir gün Anne, ani bir felç geçirir ve vücudunun belden aşağısı tutmaz olur. George, bu zor zamanlarında Anne'in tüm bakımını üstlenir; ancak hastalık çok hızlı ilerlemektedir. Zamanla, Anne, konuşma ve idrak yeteneklerini de kaybeder, George çareyi hemşirelerde bulur. Çiftin kendileri gibi müzisyen olan kızları da işlerinde fırsat buldukça onları ziyaret eder. Anne'nin çektiği acılar ve gelinen nokta, George'u çok sevdiği karısının acılarını sonlandırmaya yöneltir...
Filmin konusu, hepimizin ailesinde görülebilecek hayatları işliyor, yaşlılık, hastalık, felç ve birbirini çok seven yaşlı çiftlere en iyi örnek, bu yaz kaybettiğim ve yaklaşık son 10 senesini, felçler ve ameliyatlarla geçiren, bu durumu kendine yediremeyen ve yatağa mahkum olup günden güne eriyen ve en son pıhtıya dayanamayıp bu dünyaya veda eden teyzem ve onun 59 senelik iyi kötü günlerini sonuna kadar paylaşan, her fırsatta onu sevdiğini gösteren ve ona tüm nazını çektiren, onun ölümünün ardından tam 3 hafta sonra dayanamayıp kalbine yenik düşen kocası... Her aileden buna benzer nice senaryolar çıkar...
Haneke'nin filmini çok beğenmedim, yorumlardan ve aldığı ödüllerden dolayı daha etkileyici bir film seyretmeyi düşünüyordum. Biraz Avrupa insanının soğukluğu filme yansıdığı için, filme adını veren "amour" (aşk)'ı çok iyi hissedemedim. Ayrıca film beni ağır temposu ve kasvetli ortamıyla son derece sıktı; bir tarafta Anne, çok sevdiği kocası tarafından boğulurken bir tarafta da ben sıkıntıdan boğuldum. Bu eleştirilerime rağmen filmin en iyi yabancı film oscarını alması gerektiğine de can-ı gönülden inanıyorum.

18 Ocak 2013

Meleklerle Yaşamak - Beki İkala Erikli


Herkes bu dünyada bir şeylere inanmak, sığınmak, güvenmek arzusundadır. Beki İkala Erikli, bize meleklerinize inanın diyor. Küçüklüğümüzden beri bizi koruduğuna, iyiliklerine inandığımız meleklere... Melekler, varlıklarını, alakasız yerlere bıraktıkları tüylerle, şekillendirdikleri bulutlarla, yolda bulduğumuz bozuk paralarla (uğur parası), mutluluk veren gök kuşaklarıyla, her birinin ayrı bir manası olan sayılarla ve karşımıza hiç ummadığımız zamanlarda çıkan ve "hızır gibi yetişen" insanlarla kanıtlıyor. Bize gelecek ve olacaklardan işaretler veren melek kartları (henüz kullanmayı bilmiyorum ama en yakın sürede öğreneceğim) da cabası...
Melekler seslerini duyma, bilme, hissetme, görme duyularıyla duyuruyorlar. Melekler, yaşamamız gereken sağlık sorunlarının amacının bizi bir şeylere uyandırmak ve affetmemizi sağlamak olduğunu söylüyor. Hastalıklarımızı yaratan biziz; sağlıksız düşünce ve duygular, sağlıksız enerjiyi yaratıyor.
Beki İkala Erikli size yeni bir yol gösteriyor:
Meleklerinizi duymak...
Meleklerinizden yardım istemek...
Meleklerinizin irili ufaklı mucizelerini hayatınıza çekmek...
Her gün baş melek Mikail'in vakum aleti ile negatif enerjiden kurtulup pozitif enerji ile dolup mavi rengi ile kendimizi nazardan (kötü enerji) korumak...
Ben kitabı elimden bırakamayıp 3 saatte okudum. Kimi yerlerde nedensizce, ilahi gücün etkisiyle göz yaşlarımı tutamadım, hele ölmüş olan sevdiklerimizin her an bizlerle olduğunu okumak beni oldukça etkiledi...
Kitabı okuyun, inanmaya ihtiyacınız varsa, hayatınızı kolaylaştıracak yeni bir bakış açısına sahip olabilirsiniz. 






6 Ocak 2013

Altın Ejderha

Dot'un sahnelediği oyunları kaçırmayan bir arkadaş grubumuz var. "Altın Ejderha" benim şimdiye kadar gittiğim 4. oyun. Daha önce de "Festen" ve "Supernova" hakkında yazmıştım. Dot, yenilikçi ve yapılamayanı yapan, söylenemeyeni söyleyen, oynanamayanı oynayan bir tiyatro grubu. Küçük bir uyarı: Bazılarına biraz sert ve itici gelebilir. 
"Altın Ejderha", Tayvan-Çin-Vietnam yemekleri yapan bir fast-food lokantası. Yemekleri küçücük mutfakta pişiren çekik gözlülerle, apartmanda yaşayan ve lokantada yemek yiyen insanlar arasında birbirini tetikleyen ve ilgilendiren ilişkiler, oyuna konu olur. Kaçak çalışan bir işçinin ağrıyan ön dişi çekilir. Diş, Tayvan usulü bir çorbayla bir müşterinin tabağına ulaşır. Bu arada dişi çekilen işçi, kan kaybından ölür. Çalışma arkadaşları, mesai bitiminde onu bir halıya sarıp köprüden nehre atarlar. Uzun bir yolculuktan sonra, işçi geldiği yere, Çin'e ulaşır. Dişi de kendisini takip eder...
Arkada kaçak işçiler, kötü çalışma şartları, önde çılgın tempo ve devam eden hayatlar, hayattan hep bir başka şans daha isteyen insanlar; ha bir de "ağustos böceği ve karınca "hikayesinin çocukluğumuzdan farklı, gerçekçi ve sert sonu...
Altın Ejderha'nın yazarı  Roland Schimmelpfennig, "Altın Ejderha"yla  Mülheim Tiyatro Yazarları Ödülü’nü almış ve oyun "Theater heute" dergisinin eleştirmenlerle yaptığı bir ankette yılın oyunu seçilmiş. Oyuncular Deniz Türkali (yaşlı kadın), Köksal Engür (yaşlı adam), Ece Dizdar (genç kadın), Enis Arıkan (adam), Saim Karakale (genç adam). Roller bazen değişiyor, kadınlar erkek, erkekler kadın oluyor ve sahnede tam bir cümbüş yaşanıyor. 

4 Ocak 2013

Kahperengi - Hande Altaylı


Daha önce de yazdığı "Maraz" ve "Aşka Şeytan Karışır" romanları çok satanlar listesinden düşmeyen Hande Altaylı'nın okuduğum ilk kitabı oldu "Kahperengi".
Ege'nin Yassıca kasabasında doğan Narin, ailesini sevmeyen işe yaramaz babası, çirkin ve büyülerden medet uman annesi, haylaz erkek kardeşi ve ürkek kız kardeşi ile yokluk içinde bir hayat yaşamaktadır. Kasabanın köklü ailelerinden birinin oğlu olan Fırat'a aşıktır. Narin, ailesini bırakıp okumak için İstanbul'a kaçar. Burada bir kaza sonucu tanıştığı Deniz, Narin'i kendisine dost olarak seçer ve ona her konuda kol kanat gerer. Avukat olan Narin, iyi bir işte çalışmakta ve Yassıca'da yaşananları hatırlamak bile istememektedir ta ki eski aşkı Fırat bir tesadüf sonucu hayatına girene kadar...Eski defterler bir bir açılır, acı gerçekler tekrar gün yüzüne çıkar...
Roman aslında bir aşk romanı olmasından öte bir dostluk romanı. Deniz ve Narin arasındaki derin bağlar, sonuna kadar insanı çok etkiliyor. Geri dönüşler ve günümüz arasında mekik dokuyan konu, oldukça iyi kurgulanmış ve okuyucu sıkmıyor. 
Hande Altaylı'nın romanı diziye çekilecek olmasaydı okur muydum bilemiyorum ama "Kahperengi"yi okumak yazarın diğer kitapları konusunda da merakımı uyandırdı doğrusu. Hoşça vakit geçirmek için uygun bir kitap.





Pi'nin Yaşamı - The Life of Pi


Yann Martel'in 2002 Man Booker ödüllü aynı adlı kitabından sinemaya uyarlanan "Pi'nin Yaşamı" ile hayatınızın yolculuğunu yaşıyorsunuz. Üç boyutlu filmlere tereddütle yaklaşırım; genellikle beni yorup başımı ağrıtırlar. 3D çekilen film, bu güne kadar izlediğim filmler içinde beni yormayan ve büyüleyen ilk film oldu. 
Pi, Hindistan'da yaşayan ve Hayvanat Bahçesi işleten ailesi ile birlikte mutlu bir çocukluk yaşamaktadır. Çocukluğunun büyüleyici yaratığı Richard Parker'a (Bengal Kaplanı) hayranlıkla beraber korku beslemektedir. Pi'nin çocukluğu, dünyadaki din karmaşası içinde kararsızlıkla geçer; Bir Hindu gibi çok tanrılığa inanırken Tanrı'nın oğlu İsa'ya sevgi besleyip istavroz çıkarır; aynı zamanda namaz kılımayı da ihmal etmez. Dinler onun için Tanrı'ya ve Tanrılara yöneliş biçimidir, hepsi karma edilebilir. 
Ülkenin ekonomik koşulları ve gelecek kaygısı Pi ve ailesini, hayvanat bahçesi sakinlerini(!) de yanlarına aldıkları bir gemi yolculuğuna götürür. Geminin şiddetli fırtınada batması sonucu sadece Pi'nin kendisi, bir sırtlan, bacağı kırık bir Zebra, yavrusunu kaybeden bir orangutan ve Richard Parker kurtulur. Vahşi yaşamın kuralları devreye girer ve bu savaştan hayatta sadece Pi ve Richard Parker kalır. Tam 227 gün boyunca ikilinin arasındaki yaşam kavgası devam eder. Kaplanın varlığı, onunla savaşma ve onu besleme iç güsdüsü, Pi'yi ayakta tutar, onun yaşama nedeni olur. Gücünün tükendiği gün, kıyıya vururlar, Richard Parker onu ardına bakmadan terk eder...
Sigorta şirketinden gelenlere Pi'nin anlattığı 227 günlük hikaye inandırıcı gelmez; o da yeni bir gerçek hikaye anlatır, bu hikayede, hayvanlar yerine insanlar vardır... Hangi hikayeye inanacağına karar vermek izleyicinin insiyatifindedir. 
Taiwan asıllı yönetmen Ang Lee, doğa ve hayvanların vahşi güzelliğini çok güzel yakalamış. Büyüleyici dünyanın içindeki küçücük Pi'nin hikayesini mutlaka izleyin.