20 Aralık 2015

Hepimizin Öyküsü Aynı

Bu gece keyifli tiyatro ekibimizle Craft'ın Fındıklı'daki tiyatro sahnesindeydik. Burası güzel manzaralı terasından girilen bir mekan ve sahnenin karşısına konulan portatif platformdaki numarasız sandalyelerde oyunu yaklaşık 40 kişi izleyebiliyor. 
Oyun hakkında tek bildiğimiz, bundan yaklaşık bir ay önce Gülse Birsel'in bir köşe yazısındaki övgüler; özellikle de İrem Sak'ın oyunculuğunun onun bile ağzını açık bırakması... Tabii bir de daha önce aynı salonda oynanan "Kalp Düğümü"ne bir türlü yer bulamamamız ve izleyemememizden ötürü bu oyunu da kaçırmak istemeyişimiz...


'Hepimizin Öyküsü Aynı' , 'Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü' adlı oyunuyla hatırlanan Nobel ödüllü İtalyan oyun yazarı Dario Fo'nun tiyatrocu eşi Franca Rame ile birlikte yazdığı 'Kadın Oyunları' serisinden seçilen eserlerden oluşuyor. Oyun,  'Uyanış', 'Ana' ve 'Yalnız Kadın'  adlı üç başlıktan oluşuyor. Bu üç bölümdeki monologlarda sırasıyla Pınar Çağlar Gençtürk, Hatice Aslan ve İrem Sak rol alıyor. Metinlerin İtalyancadan çevirisi Füsun Demirel'e ait. Yönetmen ise İpek Bilgin.


'UYANIŞ' 

Evli bir kadın. Fabrikada çalışıyor. Küçük bir bebeği var. Her sabah erkenden kalkıp bebeğinin altını alıp doyuruyor ve onu kreşe bırakıp kendi de işine yetişiyor. Ev işleri, yemek, bu harala gürelenin beraberinde yapması gerekenler... Her günü aynı tempoda ve aynı tekdüzelikle geçiyor; pazar hariç; o gün uyuma günü...

'ANA'

Hatice Aslan sahneye gelip dekoru kendine göre düzenliyor ve başlıyor monologuna... El bebek gül bebek yetiştirdiği oğlunun zamanla azılı bir teröriste dönüşmesine tanık olan bir terörist annesidir karşımızdaki... Oğlunu hem sever hem de ölesiye nefret eder... Hatice Aslan, sahnede kesinlikle izlenmesi gereken, düşündüğümden çok daha çok güçlü ve doğal bir oyuncu...
'YALNIZ KADIN'
Ve karşımızda İrem Sak. Kafasında tülbent, ayağında ponponlu terlikler, üzerinde hafif dekolte bir gecelik, cilveli bir ev kadını. Kocası, onu kendisini aldatırken yakaladığı için eve kilitlemiş. O da seks manyağı kayınbiraderi, biri küçük diğeri büyük iki oğlu ve hiç zevk almadığı kocası, telefon sapığı ve röntgencisi ile hayatını sürdürmeye çalışıyor. Karşı apartmana taşınan yeni komşuya başından geçenleri oldukça komik bir şekilde anlatıyor. Avrupa Yakası'ndaki rolüyle de sevdiğimiz İrem Sak, inanılmaz başarılı, dinamik ve güler yüzlü... Bizim gülmekten gözlerimizden yaşlar geldi...
Oyun yaklaşık 90 dak. sürüyor. Biz "iyi ki gelmişiz" diyerek ayrıldık. Bilet bulursanız mutlaka gidin... Bu tarz tiyatro toplulukları bu işi ticari amaçlı değil, seyirci odaklı ve sadece "sanat" amaçlı yapıyorlar. 
Hepsini yürekten tebrik ediyorum.



3 Aralık 2015

Yoldan Çıkan Oyun


Gülse Birsel'in iki hafta önceki önerilerinde gördüğüm "Yoldan Çıkan Oyun", 23 Kasım tarihinde başladı ve her pazartesi Zorlu PSM'nin Drama Sahnesi'nde sahneleniyor. Birsel, 15 Kasım 2015 tarihli yazısında, bu oyunu anti depresan olarak tavsiye ediyor. Birkaç hafta önce aynı oyunu İngiltere'de izlemiş ve salon gülmekten ağlamış. Bu kez de Yalan Dünya'dan oyuncu arkadaşları Sarp Apak, Bartu Küçükçağlayan ve Öner Erkan da işin içinde olunca Gülse Birsel daha sahnelenmeye başlamadan gözü kapalı tavsiye etmiş. Ben de ona uyup hemen biletimizi aldım...
"Yoldan Çıkan Oyun" tek kelimeyle muhteşem. Orijinal adı " The Play That Goes Wrong". Vodvil oyun türünün uzun süreden beri hasret kaldığım iyi örneklerinden biri... 2014 yılında whatsonstage.com'un en iyi komedi ödülünü alan ve 2015 yılında Olivier Ödüllerinde "en iyi komedi oyunu" ödülünü kazanan The Play That Goes Wrong, 2014 yılından beri Mishief Theather topluluğu tarafından Londra West End Duchess Theater'da sahneleniyor.
Amatör bir tiyatro kumpanyası, 1920'lerde geçen "Malikane'de Cinayet" oyununu sahneye koymaktadır. Gala gecesi elbette ki en zorlu zamandır. Ancak karşımızdaki ekip olabilecek tüm aksiliklerin de yardımıyla herşeyi eline yüzüne bulaştırır. Objeler kaybolur, diyaloglar karışır, köpek kaybolur, sahneler karışır, repliklerin sırası karışır, efektler vaktinde devreye girmez, oyuncular bayılır,  dekorlar yıkılır... E daha ne olsun...

Sarp Apak, Öner Erkan ve Bartu Küçükçağlayan, üçü de gerçekten çok iyiler... İlk kez izlediğim Defne Koldaş, Gökçen Gökçebağ, Güliz Gençoğlu, Kubilay Çamlıdağ ve Kemal Kayaoğlu da güzel bir ekip oluşturmuş... Mutlaka gidin izleyin... 
Gülmekten benim de gözümden yaş geldi gerçekten...




2 Aralık 2015

Toprak - Buket Uzuner

"Tabiat Dörtlemesi'nin ikinci romanı TOPRAK'ı, SU'yu yazarken yaşadığım gibi akıcı ve keyifli bir dönemde yazamadım. TOPRAK, hayatımın sert, zor ve engebeli bir dönemine denk düştü." diyor Buket Uzuner TOPRAK kitabının Teşekkür ve Bilgi bölümünde. Zira yazar annesini kitabı yazmaya başladıktan sonra, ani bir rahatsızlık sonucu altı ayda kaybetmiş. Yazar, kitabı üzgün bir ruh haliyle tamamlamış. 
Bu bilgileri TOPRAK kitabını, uzun soluklu bir okuma döneminden sonra bitirebildiğim gün öğrendim. Buket Uzuner'in hemen hemen tüm kitapları akıcı ve keyifle okunabilir niteliktedir. 530 sayfalık TOPRAK kitabında ise bitmeyen tekrarlar okuyucuyu yoruyor. SU, 2012'de piyasaya çıkmıştı. Dörtlemenin ikinci kitabı olan TOPRAK da sabırsızlıkla bekleniyordu.


Uzman muhabir Defne Kaman, Hitit dönemine ait tarihi eser kaçakçılığı olayını araştırmaya  Çorum'a gelir. SU kitabında olduğu gibi yine ortadan kaybolur. Ninesi Umay Bayülgen, sahaf dostu Semahat, bir zamanlar ninesinden yardım isteyen rehber Kemal, Defne'nin uzun süredir görmediği kütüphane müdürü babası Akın Kaman, Kemal'in oğlu asi ruhlu Karaca, Amerika'dan gelen profesör arkeolog Güneş, komiser Ümit Kaman, Çorum'un emniyet müdürü ve valisi olaylara dahil olur ve hepsi Defne Kaman'ın izini arar. Gazetecinin hayranı gençler, sosyal medyada onun adına kampanyalar düzenler... Türkiye'nin tüm dikkati Çorum'a yönelir... Sonunda Defne Kaman bulunur ve kaçakçılık çetesi ele geçirilir.
Kitapta Kam inanışı, Şamanlık, Alevilik, doğaya ve toprağa saygıdan bolca bahsedilirken Türkler ve Geyik efsanelerinden yola çıkılarak - Defne Kaman bulunana kadar- Umay Nine ve aniden artaya çıkan vahşi bir geyik arasındaki iletişim ve diyaloglara oldukça geniş yer verilmiş. 
Kitap için çok araştırma yapıldığı belli ancak bunların kitaba yansıyış şekli bence yeterli olmamış. Kitap oldukça uzun ve tekrar diyaloglarıyla çok sıkıcı... Bir türlü bitmek bilmiyor. Üçüncü ve dördüncü kitaplar için hiç hevesim kalmadı. Kam ,Defne Kaman şimdiden kabak tadı verdi diyebilirim.




30 Kasım 2015

Fosforlu Cevriye



Eser Suat Derviş'in; 1945'te yazılıp 1970 yılında tefrika olarak yayınlanmış. Fosforlu Cevriye karakteri, beyaz perdede 1959 yılında Neriman Köksal, 1969 yılında ise Türkan Şoray tarafından canlandırılmış. 2008 yılında da Gülriz Suriri tarafından Devlet Tiyatroları'nda sahnelenmiş.  Şu anda da Tiyatro Kare tarafından tekrar sahneye konulan oyunda Fosforlu'yu Ayça Varlıer canlandırıyor.
1930'larda İstanbul'un Galata semtindeyiz. Galata'da sokaklar hiç tekin değildir. Sokak kızları, serseriler, pezevenkler, uyuşturucu satıcıları ve belalılar sokaklarda kol gezer. Annesini hiç tanımamış, babasını ise hayal mayal hatırlayan Cevriye de bu sokaklarda hayatını kazanmaya çalışmaktadır. Başı tesadüfen uyuşturucu yüzünden derde giren ve 1 sene hapis yatan Cevriye, sürgüne gönderildiği Bolu'dan ( bu şehir her oyunda Bolu mu yoksa Bolu'dan gelen ve annemin yönetiminde olduğu dernek için mi Bolu olarak geçti bilmiyorum:) ) kaçıp İstanbul'a geri döner. Yine aç bi ilaç, yersiz yurtsuz sokaklarda uyuduğu bir gece siyasi düşünceleri nedeniyle polisten kaçan bir adam tarafından evine götürülür. Fosforlu'ya sıcak çorba, battaniye veren adam onu cinsel obje olarak görmek yerine insan gibi davranır. Kısa sürede iyileşen Cevriye, adama aşık olur. Adam, idam mahkumudur ve bir müddet sonra yakalanır. Cevriye onu kurtarmak için ortadaki delilleri yok etmeye çalışırken polis tarafından yakalanır ve vurularak öldürülür. Cevriye'nin sayesinde adam delil yetersizliğinden serbest bırakılır...
Fosforlu'yu Kenterler Tiyatrosu'nda izledim. Burası çok nostaljik bir tiyatro kabul ediyorum ama biran evvel tadilattan geçmesi gerek. Her yeri dökülüyor. İçerideki küf kokusu ve havasızlık ise dayanılır gibi değil. Bir de üstüne üstlük satın aldığımız yerler başka bir derneğe daha mükerrer olarak satılmıştı. Allahtan arkalarda boş yer vardı da çok fazla tartışma yaşanmadı...


İki perdeden oluşan ve 2,5 saat süren müzikal oyunda, başroldeki Ayça Varlıer dansları ve seslendirdiği şarkılarla sahneyi çok güzel dolduruyor. Diğer rollerdeki sanatçılar Fatih Dönmez, Pınar Yıldırım , Mert Carim, Ece Duran, Cem Güler de en az onun kadar başarılı. Ancak sanıyorum tiyatronun ses düzenindeki tuhaflıklar(?) nedeniyle şarkı sözlerini anlamakta zorluk çektik. Müzik baskın çıkıp sesler çoğu zaman arka planda boğuldu. Umarım diğer sahnelerde de aynı sorun yaşanmıyordur. Yani siz beni dinleyin; bence Fosforlu'yu Kenterler yerine başka bir salonda izleyin. 



Bakın ben neler buldum...





25 Kasım 2015

Midilli Adası - 2015 Yunan Adaları Günlüğü 2

24 Haziran 2015

Midilli, nam-ı diğer Lesbos Adası, Osmanlılar tarafından "Ege'nin Bahçesi" olarak anılmış. Midilli'ye Ayvalık'tan kalkan motorlarla 1 saat içinde ulaşmak mümkün. Yıllardır Taylıeli'ndeki evimize gelir gideriz, her seferinde "ah keşke pasaportlarımız yanımızda olsaydı da Midilli'ye gitseydik" diye hayıflanmışızdır. Kısmet bu seneye imiş. Teknemiz Moshonis iyi ki var...
Koyun adasından sabahın körü olan 5:00'te ayrılıp Midilli'ye vardığımızda saatler 14:00 olmuştu. Oldukça uzun, soğuk ve yorucu bir yolculuk oldu. Ana limana sorunsuzca bağlandık. Artık burayı rahatça gezebiliriz.
Midilli, 1462 yılında Osmanlılarca alındığında Yunanlılar ya tutsak edilmiş ya da İstanbul'a gönderilmiş. Adadaki Ceneviz ve Bizans izleri hem Osmanlılar, hem de depremler tarafından silinmiş.
Ana limanda iki gün kalacağız. Kiraladığımız arabayla adanın kuzey kısmı hariç her yerini dolaşacağız. Kuzeydeki Molivos'a tekne ile gitmeyi planlıyoruz.

Midilli Adası'nın en önemli siması M.Ö.7.yy.'da yaşayan lirik şair Sappho. Aristokrat bir ailenin kızı olan Sappho o zaman için oldukça özgür bir yaşam sürer. Tüm Akdenizde bilinen şair, kadınlara hitap eden şiirleriyle de ünlüdür. Bu sebeple eşcinsel olduğu düşünülmüştür. Sappho'nun heykeline İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde rastlamak mümkün...

“Acım… Damla damla akan”, 
“Şu kadarını biliyorum 
ölüm kötü bir şey: 
Bak, işte tanrılardan belli. 
İyi bir şey olsaydı ölüm, 
önce tanrılar ölmez miydi?”



Akşamüstü arabayı alıp biraz şehri gezdik. Kaleye gittik ama kapanmıştı. Kale, Bizans İmparatoru Iustinianos tarfından yaptırılmış. Çamlarla çevrili dev surların büyük bölümü Osmanlı kuşatması sırasında yıkılmış.



Akşam, Kardaşlar lokantasında yemek yedik. Ana limanın çevresinde paralel sokaklarda keyifli tavernalar olduğunu duymuştuk ama biz tercihimizi deniz kenarındaki lokantalardan yana kullandık. Lokantanın sahipleri bize Türkçe yardımcı olacak birilerini ayarladılar. Yemekler pek iç açıcı olmasa da iştahla yedik. Lokantanın bulunduğu civarda, denize yakın otoparkta inanılmaz çok mülteci var ve görünüşleri oldukça korkutucu. Çıplak çocuklar, üstü başı dökülen hain bakışlı gençler, sokakta yatıp kalkan aileler oldukça ürkütücü bir tablo çiziyor.


25 Haziran 2015


Sabah sabah ilk durağımız Barba Yanni uzolarını yapan fabrika. Şansımıza makinaları çalışırken yakaladık. Kokusu çok cezbedici olan bu mekan, bizi çok memnun etti. Bizi gezdirdiler, çok güzel bir tanıtım yaptılar. Biraz Türk rakısını kötüledilerse de olsun, biz kardeşiz... Herşeyimiz aynı, dolma, musakka, lokum, köfte, baklava, kahve; uzo-rakı savaşı mı yapalım şimdi. 




Uzoları tattık. En beğendiğimiz %48 alkol oranı ile Afroditi oldu. Geçen sene pek bayıldığımız Barba Yanni mavi ve yeşilden kat kat güzel. Fiyatı da gayet uygun litrelik uzo sadece 20 euro...

Sonraki durak bir sahil kasabası olan Plomari... Buranın rıhtımına kıçtan kara çok rahat bağlanabiliyor. En güzel özelliği ise Turkcell'in çekmesi.


Biraz dar sokaklarda gezdik sonra arabaya binip bir dağ kasabası olan Agiosos'a gittik. Burası gerçekten hoş bir kasaba, meydandaki çınar ağacının altında kahveler, dar ve çapraşık sokaklardaki dükkanlar, bir ara kendimi Anadolu'nun bir kasabasında hissettim. Tek fark, ağacın bulunduğu avluda cami değil kilise vardı. Hem de ne güzel bir kilise, içindeki ahşap el yapımı merdivene bayıldım. Burada çınarın altındaki kahvede basit bir şeyler yedik ve kahvelerimizi içip dinlendik.


Üçüncü durağımız yine bir sahil kasabası olan Sigri... Burada kapısına tuğra işlenmiş bir kale var. Azmi ve Zeliha 3 sene evvel geldiklerinde burada çok hoş bir lokanta keşfetmişler. Izgara barbun, Ali'nin yediği musakka, rokalı yeşil salatalarımız ve balığın sosu, gerçekten adanın en lezzetli lokantası olduğu söylenebilir. Tek eksiğimiz uzoydu. Onu da başka zaman içeriz artık.



Midilli merkeze dönüşe geçtiğimizde adanın ikinci büyük manastırına, Moni Lemimonos'a uğramadan geçmedik. 1527'de başrahip Ignatios tarafından kurulan manastırda yaşlı evler, kutsal pınar, hayvanat bahçesi, dinsel ve halk sanatı müzeleri mevcut. Burası oldukça sessiz ve üzerine hikayeler yazılacak kadar esrarengiz bir yer; bazı bölümler var ki bayanlara yasak. Avludaki tavus kuşu ise yine güzelliğiyle hepimizi büyüledi, bir de arada bir çıkardığı ürkütücü ses olmasa...


26 Haziran 2015

Bugün adanın kuzey tarafına gideceğiz. Sabah 6:45'te yola çıktık. Güzel, sakin bir havada yarı yelken yarı motor Midilli'nin Molivos Limanı'na kıçtan kara olduk.  


Molivos, M.Ö. 7.yy. şairi Airon'un doğum yeri. Sokaklarda Osmanlı etkisi sıkça görülüyor. Cumbalı minik evler, sokağa yönlenen üst katlar ve sokak başlarındaki çeşmeler çok hoş. Merdivenli dar sokaklar, yürürken sürprizler oluşturuyor.



Geldiğimizde gözümüze çok uzak görünen kaleye kadar tırmandık. Biraz yorucu oldu ama manzarası için değdi. 


Akşam meydanda, çınar ağacının altındaki restaurantta yemeğimizi yedik. Yemek sonrası canlı müzik bile vardı. Ancak biz epey yorgunuz ve erken yatacağız.

27 Haziran 2015

Bugün de hava sert olduğu için Molivos Limanı'nda kalacağız. Kahvaltıdan sonra 10:10 trenine yetiştik. 6 euro verip çok binişli bilet alıp trenle her yeri gezeceğiz. Anaxos'a kadar gideceğiz.

Son durağa yolculuğumuz yaklaşık 1 saat sürdü. Anaxos'ta plajdan başka birşey olmadığından inmedik ve Petra'ya geldik.  
Burası dar sokakları ve tepedeki kilisesiyle şirin bir tatil kasabası. Kilisenin bulunduğu dik yamaca merdivenlerle tırmanılıyor. 



Yukarıdan manzara gayet güzel görünüyordu. Bol bol fotoğraf çekip aşağı indik. Burada güzel ikonaları olan bir kilise var. 


Bu keşişlerin yaptığı yüzük parmak ve baş parmakla yapılan işaret ne anlama geliyor çok merak ettik. 
Sahildeki kahvede oturup dondurma yiyip kahve içtikten sonra yine trenimize bindik ve tekneye geldik. Öğle yemeğini teknede yiyip yine trene bindik ve bu kez kuş gözlem durağında indik. Burası resmen dağ başı ve bizden başka kimse inmediğinden bir gariplik olduğunu hissetmemiz lazımdı. Kuş da olmadığı gibi neredeyse kervan da geçmiyordu. Allahtan bizim yeşil tren geldi de kendimizi içine attık. 


Tekrar Molivos Limandayız. Octapus (onlar yanlış yazmış ben değil) Restaurantta Yunan yemekleri ağırlıklı, vejeteryan olmaya yakın, dünyanın yemeğini yedik. Masadaki tek balık ürünü benim ızgara sardalyalarımdı.


Günün en tuhaf olayı bu adada gördüğümüz mülteci kılıklı tipler. Bunlar Midilli ana limanda korkutucu ve tehditkar şekilde etrafta dolaşırken Molivos'ta ise sanki günübirlik pikniğe gelmiş görünümündeler. Benden başka herkes, sırt çantalı, baş örtülü ve malezyalı kılıklı yayan yürüyen insanların turist olduğunu düşünürken bana hepsi sanki yeni gemiden inmiş kaçaklar gibi geldi. Bu fotoğrafta limanda tutulan bizim Türk teknelerine bağlı mülteci botları görülebiliyor. Bu sorun umarım bir an evvel çözülür. Onların içler acısı haline bakarak ne keyifle dolaşıyorsunuz ne de keyifle yiyip içiyorsunuz...



Düşlerin Terzisi / The Dressmaker

Rosalie Ham'ın çok satan aynı adlı romanından uyarlama olan Dressmaker "Düşlerin Terzisi" galiba son bir senedir sinemalarda izlediğim en iyi film. 
Myrtle “Tilly” Dunnage (Kate Winslet), Milan, Londra, Paris gibi modanın merkezlerinde öğrendiği terzilik mesleğinin ardından doğduğu kasaba olan Avustralya'daki Dungatar'a, yarı çatlak annesinin yanına geri döner. Beraberinde getirdiği en önemli alet "Singer" marka dikiş makinasıdır.  Tilly, çocukken kasabadaki çocuklardan birinin ölümüne sebebiyet vermek suçuyla evinden uzaklaştırılıp ıslah evine gönderilir. Yıllar sonra, evine döndüğünde tek isteği, suçsuzluğunu ispat etmektir. Son derece sevgisiz, dedikoducu ve içine kapalı kasaba halkını ikna etmek ise oldukça zordur. Tilly, eşsiz tasarımlarıyla onlara güzel görünmenin inceliklerini öğretir ve kasabanın kadınlarının hayatlarına bir renk getirir. Tilly'nin sahip olduğu "lanetli kadın" damgasını silmek ise çok kolay değildir.





Film, Western kasabasını andıran sembolik bir Avustralya kasabasında geçiyor. Kasabanın öğretmeni, okulu, bakkalı, polisi, eczacısı, politikacısı, hepsi sembolik... Bu özelliğiyle Dogwille (2003) filmini andırıyor. Görüntüler, Winslet'in oyunculuğu, polis memuru rolündeki Hugo Wallace Weaving'in renkliliği, kıyafetlerin sıradışılığı izlenmeye değer bir görüntü oluşturuyor. 
Bu arada filmle ilgili bir detay: Kate Winslet hamile olduğu için filmin çekimleri 1 yıl ertelenmiş.
Henüz sinemalarda oynarken kaçırmayın derim...

16 Kasım 2015

Hadula- Bir Ada Öyküsü - Aleksandros Papadiamantis


Bu seneki Yunan Adaları gezimizde Skiathos'da tam beş gün geçirdik. Yunan edebiyatının Dostoyevski'si olarak nitelendirilen Aleksandros Papadiamantis Skiathos adasında doğmuş. Papaz olan babasının etkisiyle Atina'ya ilahiyat okumaya gitmiş ancak karar değiştirip felsefe bölümüne yazılmış. Kısa süre sonra üniversiteyi yarıda bırakıp adasına geri dönmüş. Biz de onun şu an müze olarak kullanılan evini ziyaret etmeden dönemedik.




Bu iki katlı ve iç avlulu geleneksel ev, adanın mimari karakteri hakkında güzel bilgi veriyor. Yazar, 1911 yılında, henüz 60 yaşındayken bu evde hayata gözlerini yummuş. Yazarın dilimize de çevrilmiş kitabı "Hadula- Bir Ada Öyküsü" nü döner dönmez alıp okuyacağım demiştim o zaman ve İstanbul'a gelir gelmez kitabı Kırmızı Kedi Kitabevi'nde buldum. Beyoğlu'ndaki bu minik ama içi tıka basa dolu dükkanda, aradığınız her kitabı rahatça buluyorsunuz.
                                   



Yazılarında ada ve ada hayatına yönelik gözlemler ön planda olmuş; Kırsal alanın yaşamı, sıradan insanın düşünce biçimi...
1902 yılında yazılan Hadula, yazarın Yunancaya çevirisini yaptığı Dostoyevski'nin "Suç ve Ceza" sından etkilenildiği çok bariz bir roman. 
O yıllarda Yunanistan'da kadın köle gibi. Evlenebilmek için çeyiz hazırlar. Evlenince eşinin ve çocuklarının kölesi olur. Sonra da torunlarına bakar. Hadula, kızların yaşayacakları bu çileyi dert edinir ve bir çözüm yoluna gider; henüz yolun başında olan kız çocuklarını öldürmeye ve onları kurtarmaya başlar. Günah- sevap, cennet - cehennem, iyilik - kötülük ikilemleri kitabın özünü oluşturur. 
Yunanca ve Türkçe özdeşleşen ve aynı kökten gelen kelimeler sıkça kullanılmış.


Ben gerçekten çok beğendim... Umarım Yunan edebiyatından daha pek çok yazar Türkçe'ye aktarılır ve okuruz.



Hadula