30 Kasım 2015

Fosforlu Cevriye



Eser Suat Derviş'in; 1945'te yazılıp 1970 yılında tefrika olarak yayınlanmış. Fosforlu Cevriye karakteri, beyaz perdede 1959 yılında Neriman Köksal, 1969 yılında ise Türkan Şoray tarafından canlandırılmış. 2008 yılında da Gülriz Suriri tarafından Devlet Tiyatroları'nda sahnelenmiş.  Şu anda da Tiyatro Kare tarafından tekrar sahneye konulan oyunda Fosforlu'yu Ayça Varlıer canlandırıyor.
1930'larda İstanbul'un Galata semtindeyiz. Galata'da sokaklar hiç tekin değildir. Sokak kızları, serseriler, pezevenkler, uyuşturucu satıcıları ve belalılar sokaklarda kol gezer. Annesini hiç tanımamış, babasını ise hayal mayal hatırlayan Cevriye de bu sokaklarda hayatını kazanmaya çalışmaktadır. Başı tesadüfen uyuşturucu yüzünden derde giren ve 1 sene hapis yatan Cevriye, sürgüne gönderildiği Bolu'dan ( bu şehir her oyunda Bolu mu yoksa Bolu'dan gelen ve annemin yönetiminde olduğu dernek için mi Bolu olarak geçti bilmiyorum:) ) kaçıp İstanbul'a geri döner. Yine aç bi ilaç, yersiz yurtsuz sokaklarda uyuduğu bir gece siyasi düşünceleri nedeniyle polisten kaçan bir adam tarafından evine götürülür. Fosforlu'ya sıcak çorba, battaniye veren adam onu cinsel obje olarak görmek yerine insan gibi davranır. Kısa sürede iyileşen Cevriye, adama aşık olur. Adam, idam mahkumudur ve bir müddet sonra yakalanır. Cevriye onu kurtarmak için ortadaki delilleri yok etmeye çalışırken polis tarafından yakalanır ve vurularak öldürülür. Cevriye'nin sayesinde adam delil yetersizliğinden serbest bırakılır...
Fosforlu'yu Kenterler Tiyatrosu'nda izledim. Burası çok nostaljik bir tiyatro kabul ediyorum ama biran evvel tadilattan geçmesi gerek. Her yeri dökülüyor. İçerideki küf kokusu ve havasızlık ise dayanılır gibi değil. Bir de üstüne üstlük satın aldığımız yerler başka bir derneğe daha mükerrer olarak satılmıştı. Allahtan arkalarda boş yer vardı da çok fazla tartışma yaşanmadı...


İki perdeden oluşan ve 2,5 saat süren müzikal oyunda, başroldeki Ayça Varlıer dansları ve seslendirdiği şarkılarla sahneyi çok güzel dolduruyor. Diğer rollerdeki sanatçılar Fatih Dönmez, Pınar Yıldırım , Mert Carim, Ece Duran, Cem Güler de en az onun kadar başarılı. Ancak sanıyorum tiyatronun ses düzenindeki tuhaflıklar(?) nedeniyle şarkı sözlerini anlamakta zorluk çektik. Müzik baskın çıkıp sesler çoğu zaman arka planda boğuldu. Umarım diğer sahnelerde de aynı sorun yaşanmıyordur. Yani siz beni dinleyin; bence Fosforlu'yu Kenterler yerine başka bir salonda izleyin. 



Bakın ben neler buldum...





25 Kasım 2015

Midilli Adası - 2015 Yunan Adaları Günlüğü 2

24 Haziran 2015

Midilli, nam-ı diğer Lesbos Adası, Osmanlılar tarafından "Ege'nin Bahçesi" olarak anılmış. Midilli'ye Ayvalık'tan kalkan motorlarla 1 saat içinde ulaşmak mümkün. Yıllardır Taylıeli'ndeki evimize gelir gideriz, her seferinde "ah keşke pasaportlarımız yanımızda olsaydı da Midilli'ye gitseydik" diye hayıflanmışızdır. Kısmet bu seneye imiş. Teknemiz Moshonis iyi ki var...
Koyun adasından sabahın körü olan 5:00'te ayrılıp Midilli'ye vardığımızda saatler 14:00 olmuştu. Oldukça uzun, soğuk ve yorucu bir yolculuk oldu. Ana limana sorunsuzca bağlandık. Artık burayı rahatça gezebiliriz.
Midilli, 1462 yılında Osmanlılarca alındığında Yunanlılar ya tutsak edilmiş ya da İstanbul'a gönderilmiş. Adadaki Ceneviz ve Bizans izleri hem Osmanlılar, hem de depremler tarafından silinmiş.
Ana limanda iki gün kalacağız. Kiraladığımız arabayla adanın kuzey kısmı hariç her yerini dolaşacağız. Kuzeydeki Molivos'a tekne ile gitmeyi planlıyoruz.

Midilli Adası'nın en önemli siması M.Ö.7.yy.'da yaşayan lirik şair Sappho. Aristokrat bir ailenin kızı olan Sappho o zaman için oldukça özgür bir yaşam sürer. Tüm Akdenizde bilinen şair, kadınlara hitap eden şiirleriyle de ünlüdür. Bu sebeple eşcinsel olduğu düşünülmüştür. Sappho'nun heykeline İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde rastlamak mümkün...

“Acım… Damla damla akan”, 
“Şu kadarını biliyorum 
ölüm kötü bir şey: 
Bak, işte tanrılardan belli. 
İyi bir şey olsaydı ölüm, 
önce tanrılar ölmez miydi?”



Akşamüstü arabayı alıp biraz şehri gezdik. Kaleye gittik ama kapanmıştı. Kale, Bizans İmparatoru Iustinianos tarfından yaptırılmış. Çamlarla çevrili dev surların büyük bölümü Osmanlı kuşatması sırasında yıkılmış.



Akşam, Kardaşlar lokantasında yemek yedik. Ana limanın çevresinde paralel sokaklarda keyifli tavernalar olduğunu duymuştuk ama biz tercihimizi deniz kenarındaki lokantalardan yana kullandık. Lokantanın sahipleri bize Türkçe yardımcı olacak birilerini ayarladılar. Yemekler pek iç açıcı olmasa da iştahla yedik. Lokantanın bulunduğu civarda, denize yakın otoparkta inanılmaz çok mülteci var ve görünüşleri oldukça korkutucu. Çıplak çocuklar, üstü başı dökülen hain bakışlı gençler, sokakta yatıp kalkan aileler oldukça ürkütücü bir tablo çiziyor.


25 Haziran 2015


Sabah sabah ilk durağımız Barba Yanni uzolarını yapan fabrika. Şansımıza makinaları çalışırken yakaladık. Kokusu çok cezbedici olan bu mekan, bizi çok memnun etti. Bizi gezdirdiler, çok güzel bir tanıtım yaptılar. Biraz Türk rakısını kötüledilerse de olsun, biz kardeşiz... Herşeyimiz aynı, dolma, musakka, lokum, köfte, baklava, kahve; uzo-rakı savaşı mı yapalım şimdi. 




Uzoları tattık. En beğendiğimiz %48 alkol oranı ile Afroditi oldu. Geçen sene pek bayıldığımız Barba Yanni mavi ve yeşilden kat kat güzel. Fiyatı da gayet uygun litrelik uzo sadece 20 euro...

Sonraki durak bir sahil kasabası olan Plomari... Buranın rıhtımına kıçtan kara çok rahat bağlanabiliyor. En güzel özelliği ise Turkcell'in çekmesi.


Biraz dar sokaklarda gezdik sonra arabaya binip bir dağ kasabası olan Agiosos'a gittik. Burası gerçekten hoş bir kasaba, meydandaki çınar ağacının altında kahveler, dar ve çapraşık sokaklardaki dükkanlar, bir ara kendimi Anadolu'nun bir kasabasında hissettim. Tek fark, ağacın bulunduğu avluda cami değil kilise vardı. Hem de ne güzel bir kilise, içindeki ahşap el yapımı merdivene bayıldım. Burada çınarın altındaki kahvede basit bir şeyler yedik ve kahvelerimizi içip dinlendik.


Üçüncü durağımız yine bir sahil kasabası olan Sigri... Burada kapısına tuğra işlenmiş bir kale var. Azmi ve Zeliha 3 sene evvel geldiklerinde burada çok hoş bir lokanta keşfetmişler. Izgara barbun, Ali'nin yediği musakka, rokalı yeşil salatalarımız ve balığın sosu, gerçekten adanın en lezzetli lokantası olduğu söylenebilir. Tek eksiğimiz uzoydu. Onu da başka zaman içeriz artık.



Midilli merkeze dönüşe geçtiğimizde adanın ikinci büyük manastırına, Moni Lemimonos'a uğramadan geçmedik. 1527'de başrahip Ignatios tarafından kurulan manastırda yaşlı evler, kutsal pınar, hayvanat bahçesi, dinsel ve halk sanatı müzeleri mevcut. Burası oldukça sessiz ve üzerine hikayeler yazılacak kadar esrarengiz bir yer; bazı bölümler var ki bayanlara yasak. Avludaki tavus kuşu ise yine güzelliğiyle hepimizi büyüledi, bir de arada bir çıkardığı ürkütücü ses olmasa...


26 Haziran 2015

Bugün adanın kuzey tarafına gideceğiz. Sabah 6:45'te yola çıktık. Güzel, sakin bir havada yarı yelken yarı motor Midilli'nin Molivos Limanı'na kıçtan kara olduk.  


Molivos, M.Ö. 7.yy. şairi Airon'un doğum yeri. Sokaklarda Osmanlı etkisi sıkça görülüyor. Cumbalı minik evler, sokağa yönlenen üst katlar ve sokak başlarındaki çeşmeler çok hoş. Merdivenli dar sokaklar, yürürken sürprizler oluşturuyor.



Geldiğimizde gözümüze çok uzak görünen kaleye kadar tırmandık. Biraz yorucu oldu ama manzarası için değdi. 


Akşam meydanda, çınar ağacının altındaki restaurantta yemeğimizi yedik. Yemek sonrası canlı müzik bile vardı. Ancak biz epey yorgunuz ve erken yatacağız.

27 Haziran 2015

Bugün de hava sert olduğu için Molivos Limanı'nda kalacağız. Kahvaltıdan sonra 10:10 trenine yetiştik. 6 euro verip çok binişli bilet alıp trenle her yeri gezeceğiz. Anaxos'a kadar gideceğiz.

Son durağa yolculuğumuz yaklaşık 1 saat sürdü. Anaxos'ta plajdan başka birşey olmadığından inmedik ve Petra'ya geldik.  
Burası dar sokakları ve tepedeki kilisesiyle şirin bir tatil kasabası. Kilisenin bulunduğu dik yamaca merdivenlerle tırmanılıyor. 



Yukarıdan manzara gayet güzel görünüyordu. Bol bol fotoğraf çekip aşağı indik. Burada güzel ikonaları olan bir kilise var. 


Bu keşişlerin yaptığı yüzük parmak ve baş parmakla yapılan işaret ne anlama geliyor çok merak ettik. 
Sahildeki kahvede oturup dondurma yiyip kahve içtikten sonra yine trenimize bindik ve tekneye geldik. Öğle yemeğini teknede yiyip yine trene bindik ve bu kez kuş gözlem durağında indik. Burası resmen dağ başı ve bizden başka kimse inmediğinden bir gariplik olduğunu hissetmemiz lazımdı. Kuş da olmadığı gibi neredeyse kervan da geçmiyordu. Allahtan bizim yeşil tren geldi de kendimizi içine attık. 


Tekrar Molivos Limandayız. Octapus (onlar yanlış yazmış ben değil) Restaurantta Yunan yemekleri ağırlıklı, vejeteryan olmaya yakın, dünyanın yemeğini yedik. Masadaki tek balık ürünü benim ızgara sardalyalarımdı.


Günün en tuhaf olayı bu adada gördüğümüz mülteci kılıklı tipler. Bunlar Midilli ana limanda korkutucu ve tehditkar şekilde etrafta dolaşırken Molivos'ta ise sanki günübirlik pikniğe gelmiş görünümündeler. Benden başka herkes, sırt çantalı, baş örtülü ve malezyalı kılıklı yayan yürüyen insanların turist olduğunu düşünürken bana hepsi sanki yeni gemiden inmiş kaçaklar gibi geldi. Bu fotoğrafta limanda tutulan bizim Türk teknelerine bağlı mülteci botları görülebiliyor. Bu sorun umarım bir an evvel çözülür. Onların içler acısı haline bakarak ne keyifle dolaşıyorsunuz ne de keyifle yiyip içiyorsunuz...



Düşlerin Terzisi / The Dressmaker

Rosalie Ham'ın çok satan aynı adlı romanından uyarlama olan Dressmaker "Düşlerin Terzisi" galiba son bir senedir sinemalarda izlediğim en iyi film. 
Myrtle “Tilly” Dunnage (Kate Winslet), Milan, Londra, Paris gibi modanın merkezlerinde öğrendiği terzilik mesleğinin ardından doğduğu kasaba olan Avustralya'daki Dungatar'a, yarı çatlak annesinin yanına geri döner. Beraberinde getirdiği en önemli alet "Singer" marka dikiş makinasıdır.  Tilly, çocukken kasabadaki çocuklardan birinin ölümüne sebebiyet vermek suçuyla evinden uzaklaştırılıp ıslah evine gönderilir. Yıllar sonra, evine döndüğünde tek isteği, suçsuzluğunu ispat etmektir. Son derece sevgisiz, dedikoducu ve içine kapalı kasaba halkını ikna etmek ise oldukça zordur. Tilly, eşsiz tasarımlarıyla onlara güzel görünmenin inceliklerini öğretir ve kasabanın kadınlarının hayatlarına bir renk getirir. Tilly'nin sahip olduğu "lanetli kadın" damgasını silmek ise çok kolay değildir.





Film, Western kasabasını andıran sembolik bir Avustralya kasabasında geçiyor. Kasabanın öğretmeni, okulu, bakkalı, polisi, eczacısı, politikacısı, hepsi sembolik... Bu özelliğiyle Dogwille (2003) filmini andırıyor. Görüntüler, Winslet'in oyunculuğu, polis memuru rolündeki Hugo Wallace Weaving'in renkliliği, kıyafetlerin sıradışılığı izlenmeye değer bir görüntü oluşturuyor. 
Bu arada filmle ilgili bir detay: Kate Winslet hamile olduğu için filmin çekimleri 1 yıl ertelenmiş.
Henüz sinemalarda oynarken kaçırmayın derim...

16 Kasım 2015

Hadula- Bir Ada Öyküsü - Aleksandros Papadiamantis


Bu seneki Yunan Adaları gezimizde Skiathos'da tam beş gün geçirdik. Yunan edebiyatının Dostoyevski'si olarak nitelendirilen Aleksandros Papadiamantis Skiathos adasında doğmuş. Papaz olan babasının etkisiyle Atina'ya ilahiyat okumaya gitmiş ancak karar değiştirip felsefe bölümüne yazılmış. Kısa süre sonra üniversiteyi yarıda bırakıp adasına geri dönmüş. Biz de onun şu an müze olarak kullanılan evini ziyaret etmeden dönemedik.




Bu iki katlı ve iç avlulu geleneksel ev, adanın mimari karakteri hakkında güzel bilgi veriyor. Yazar, 1911 yılında, henüz 60 yaşındayken bu evde hayata gözlerini yummuş. Yazarın dilimize de çevrilmiş kitabı "Hadula- Bir Ada Öyküsü" nü döner dönmez alıp okuyacağım demiştim o zaman ve İstanbul'a gelir gelmez kitabı Kırmızı Kedi Kitabevi'nde buldum. Beyoğlu'ndaki bu minik ama içi tıka basa dolu dükkanda, aradığınız her kitabı rahatça buluyorsunuz.
                                   



Yazılarında ada ve ada hayatına yönelik gözlemler ön planda olmuş; Kırsal alanın yaşamı, sıradan insanın düşünce biçimi...
1902 yılında yazılan Hadula, yazarın Yunancaya çevirisini yaptığı Dostoyevski'nin "Suç ve Ceza" sından etkilenildiği çok bariz bir roman. 
O yıllarda Yunanistan'da kadın köle gibi. Evlenebilmek için çeyiz hazırlar. Evlenince eşinin ve çocuklarının kölesi olur. Sonra da torunlarına bakar. Hadula, kızların yaşayacakları bu çileyi dert edinir ve bir çözüm yoluna gider; henüz yolun başında olan kız çocuklarını öldürmeye ve onları kurtarmaya başlar. Günah- sevap, cennet - cehennem, iyilik - kötülük ikilemleri kitabın özünü oluşturur. 
Yunanca ve Türkçe özdeşleşen ve aynı kökten gelen kelimeler sıkça kullanılmış.


Ben gerçekten çok beğendim... Umarım Yunan edebiyatından daha pek çok yazar Türkçe'ye aktarılır ve okuruz.



Hadula










İyi Psikolog - Noam Shpancer


Psikoloğumuzu günlük hayatı içinde üç ayrı durumda gözlemliyoruz. İlki, danışanı striptizci Tiffanny ile yaptığı seanslar; ikincisi üniversitede verdiği !Terapi Prensiplerine Giriş" dersleri sırasında sınıfıyla yaptığı seanslar; üçüncüsü de hayatının kadını Nina ile halen devam etmekte olan özel ve mesleki ilişkisi. 
Okurken çoğu zaman kendinizi bir psikoloji dersinde veya bir psikoloji seansında hissedeceğiniz gerçekçi bir roman olmuş "İyi Psikolog"... Yazarın da bir psikolog olduğu düşünülürse zaten bu durum kaçınılmaz... 
Psikologlar da psikolojilerini düzeltmek için kendi taktiklerini uygularlar ve yaşamlarını idame ettirmeye çalışırlar... Siz de kitabın pek çok yerinde kendi sorularınıza cevaplar bulacaksınız...
Bana da ilginç gelen noktalar olmadı değil. Mesela mezar olgusu niçin varmış biliyor musunuz? Acınızı dağıtmadan toplayabildiğiniz ve yerleştirdiğiniz yer olabilmesi için...
Peki sınır kişilik hastaları kendilerini neden kesermiş? İçlerindeki acının yerini tam olarak belirlemek için... 
Psikolojiye meraklıysanız mutlaka okuyun derim...



The Good Psychologist



Uyku - Haruki Murakami



Uyku, ünlü yazar Haruki Murakami'nin "Elephant Vanishes" (Fil Kayboldu) adlı öykü derlemesinde yer alan uzunca öykülerden biri aslında...
Doğan Kitap etiketiyle yayımlanan "Uyku"nun  bir öykü kitabı olduğunu, kitap bittiğinde anladım ve çok güleceksiniz ama satın aldığım kitabın son sayfalarının olmadığını ve defosu olduğunu bile düşündüm... Siz bilerek okuyun derim...
35 yaşında modern ev kadını, diş hekimi eşi ve ilkokula giden oğlu ile tekdüze bir yaşam sürmektedir. Bir gün kadının hayatına yeni bir şey girer: uykusuzluk... kadın tam 17 gündür uyumamıştır ve bu durumdan ne kocasının ne de çocuğunun haberi vardır. Tüm günü ev işleri, ev halkıyla ilgilenmekle geçen ve tüm görevi ailesine iyi bakmak olan kadının geceleri artık tamamen kendisine kalmıştır. Bu durumu, Tolstoy'un Anna Karanina romanını tekrar tekrar okuyarak değerlendirir. Bu durum, nasıl bir sonla bitiyor, kadın nerelere sürükleniyor, bu tamamen sizin hayal gücünüze kalmış; çünkü öykü "pat" diye bitiyor...
Uyku, kaliteli özel kağıda basılmış, Kat Menschik tarafından yapılmış illüstrasyonlarla süslenmiş, kalın ciltli bir kitap. Bence Murakami edebiyatına güzel bir giriş yapmak isteyenlerin kütüphanelerini süsleyecek bir eser. Ancak tek kötü tarafı var yazarı daha önce okumamış olanları Murakami'den soğutabilir. Yani maalesef bir "IQ84" veya" Sahilde Kafka" değil...

Nemuri