18 Ağustos 2016

Kırmızı Saçlı Kadın - Orhan Pamuk


Orhan Pamuk kitaplarında tekrarları sever. Aynı şeylerden bıkmadan defalarca bahseder ki kitapları okunduktan yıllar sonra bile akılda kalır (bence çok dahiyane bir yöntem...). Pamuk'un son kitabı "Kırmızı Saçlı Kadın" da da biri doğu kültürüne ait Firdevsi’nin Rüstem ve Sührab’ı ile diğeri batı kültürüne ait  Sophokles’in Oidipus’u efsanelerine atıflarda bulunuluyor. Bu hikayelerin ikisinde de baba ve oğul çatışır. Birinde baba oğulu öldürürken diğerinde oğul babanın hayatına son verir; her ikisinde de sonunda üzülen baba ile oğulun arasındaki anne olur...
"Kırmızı Saçlı Kadın", İstanbul'un - sonradan sınırları içine girecek plan - yakın bir kasabasında geçiyor. Üç bölümden oluşan kitabın ilk bölümü, lise çağlarında evden ayrılan babasının hayatlarında yarattığı travma nedeniyle çalışmak zorunda kalan ve bir kuyu ustası ile birlikte Öngören'e su bulmaya giden Cem'in yaşadıklarını anlatıyor. Günleri kuyu kazmanın cefasıyla geçen Cem, geceleri ustasıyla kasabaya gider ve orada bir çadırda gösteri yapan tiyatro oyuncusu kırmızı saçlı kadına tutulur. İkisi aralarındaki yaş farkına rağmen bir gecelik bir ilişki yaşarlar. Bölüm, Cem'in yanlışlıkla öldürdüğünü düşündüğü ustasını bırakıp annesinin yanına dönmesiyle sonlanır. İkinci bölümde Cem, evlenmiştir ama kırmızı saçlı kadın hala hayallerindedir. Çocuğu olmayan çift, Firdevsi’nin Rüstem ve Sührab’ı ile Sophokles’in Oidipus’u ile ilgili her tür bilginin peşinde tüm dünyayı dolaşır. Bir taraftan da inşaat işleri yapan şirketleri önünü alamayacakları bir şekilde büyümektedir. Şirketin sınırları, İstanbul'a dahil olan Öngören'e de sıçrar ve burada Cem'in yolu kırmızı saçlı kadın ve ustasıyla tekrar kesişir. Ancak hayatının sonu da yine burada, etkisinden kurtulamadığı efsanelerin doğrultusunda gelir. Son bölümde, hikayenin geri kalanını kırmızı saçlı kadından dinleriz. Tüm gerçekler bir bir açığa çıkarken "bu kadar da tesadüf nasıl olmuş canım" diye düşünmekten kendimizi alamayız... 
Pamuk'un "Kırmızı Saçlı Kadın"ını oldukça beğendim. Bence Orhan Pamuk okumak isteyip de cesaret edemeyen ya da kitaplarını okuyamadan bir kenara koyan okur için bu kitap çok iyi bir fırsat... Benim tek sevmediğim yanı ise Türk Filmi vari tesadüfler oldu. Pamuk'a bunları daha iyi kurgulamak yakışırdı...
Bu arada kitabın kapağının da oldukça başarılı olduğuna değinmeden edemeyeceğim. Kırmızı saçlı kadın, kitabın bir bölümünde kendine benzettiği Dante Gabriel Rosetti'nin 1860 yılında çizdiği "Queen of Hearts" tablosunun resmini bir dergiden keser ve evine asar. Tablodaki kadın, Rosetti'ye modellik yaparken aralarında yasak bir ilişki yaşanmıştır. Kırmızı saçlı kadının oğlu Enver, resimdeki kadının hayatını annesininkine benzetir ve sinirle resmi yırtar. Kırmızı saçlı kadın ise resmi bantla yapıştırır ve yaşadıklarını hikayeye dökmek isteyen oğluna kitabının kapağında kullanması için verir... İşte o kitap, bu kitaptır...



14 Ağustos 2016

Folegandros - 2015 Yunan Adaları Günlüğü 14

11 Ağustos 2015

Folegandros Adasının başkenti olan Chora, 200 metre yüksekliğinde bir uçurumun kenarına kurulmuş. Ada, billur sulu plajları, balayı otelleri ve Koimisis tis Theotoku kilisesi ile meşhur. Bir arkadaşımız buraya balayına gitti ve çok da keyif aldı. 
19:00 otobüsü ile Chora’ya gidiyoruz. Uçurumun hemen üstüne kurulmuş bir oteli kolaçan ettikten sonra uzun, kıvrılarak giden yürüme yolundan tepedeki Koimisistis Theotoku kilisesine çıkıyoruz. Manzara süper, o kadar yukarıdayız ki uçabiliriz... Çıkış yine oldukça meşakkatliydi ama tepede herşeyi unutuyor insan. Buraya güneşi batırmak adet olmuş.
Ardından Chora'da müthiş bir yerel yemek yedik. Matsata yani ev yapımı uzun erişte tarzı makarna ve yanında türlü seçenekler; tavuklu, etli, keçili, tavşanlı... Gayet iyi bir seçimdi.

Yemekten sonra kale içinde dolaştık. Burası çok iyi korunmuş bir alan. Evler, otel olarak restore edilmiş. İç içe geçmiş meydanlarda minik kiliseler ve bol bol tavernalar var. Ben bu otantik bölgeyi çok beğendim. Bu kez sadece bir gün kalabildik ve tadı damağımızda kaldı. Sadece minik teknelerle gidilebilen plajlarını göremedik, kiliseye tırmanmakla çok vakit kaybettiğimizden corayı da gündüz gözüyle gezmek nasip olmadı...















11 Ağustos 2016

Tutsak Güneş / Ayşe Kulin


Ayşe Kulin, en akıcı dile sahip, yazdığı okumaya değer, akılda kalıcı ve keyif veren bir yazar. Bu kez "Tutsak Güneş" kitabıyla distopik bir dünya anlatıyor. Vikipedide diyor ki: Distopik bir toplum otoriter - totaliter bir devlet modeli ya da benzer bir başka baskıcı sistem altında karakterize edilir.
Bundan seneler seneler sonra herhangi bir ülke (aman Allahım dağlara taşlara) Tiran ölür ve veliaht oğlu başa geçer. Polis ordusu her yerdedir. Tüm şehirlere giriş çıkış, özellikle de daha serbest yaşanan bölgeye gidiş geliş denetim altındadır. Güneş ise ne olduğu belirsiz bir gök cisminin ardındadır ve ülke yarı karanlıktadır. Bilim kadını Yuna, bu çerçeve içinde yaşamına devam ederken yaşadığı olaylar ve serbest bölgedeki arkadaşları sayesinde aydınlanmaya ve körü körüne biat etmeye karşı çıkar. Bu uyanış sırasında, yüksek bir devlet rütbesindeki oğlu ve devrimci annesinden de en büyük desteği görür. 
Ramanis'te kadınlar çalışmaz, mutlaka örtünürler, beş çocuk yapana madalya takılır, internet ve haber özgürlüğü yoktur, seyahat özgürlüğü yoktur, içki içmek yasaktır, kişilerin özgürlüğü kısıtlı olup devamlı takip altındadır, ülke babadan oğula geçen bir yönetim sistemiyle idare edilmektedir, sorgusuz biat vardır, düşünmek ve fikir yürütmek yasaktır... Size de aynı yeri mi hatırlattı... Sanki tüm bunlar ülkemizin içinde bulunduğu durumun bir "tık" ilerisi gibi geliyor mu size de... Umarım ben ve benim gibiler yanılıyordur... Ayşe Kulin'e bu cesur anlatımı için teşekkürler... Okuyun ve okunması için önerin derim özellikle de kadınlara...


Son Tanık / Glenn Meade



Glenn Meade'nin kitaplarını çok satanlar listesinde senelerdir görürüm. "Son Tanık"  arka yazısını okuyarak aldığım bir kitap olup aynı zamanda da yazarın okuduğum ilk kitabı... Birkaç sene üst üste Hırvatistan'a tatile gittik ve oradaki iç savaşla ilgili hem çok şeyler okuduk hem de çok gözlemimiz oldu... Özellikle eli, kolu, bacağı olmayan ama kendisiyle barışık insanlar görmeye gözümüz alıştı... 1992-95 yılları arasında yaşanan iç savaş orayı öyle bir vurup geçmiş ki sanırım bundan 50 sene sonra bile acısı asla unutulmayacak...  "Son Tanık"ta; tüm dünyanın seyirci kaldığı, Bosna'da, Sırpların masum insanlara yaptıkları bu soykırım anlatılıyor. 

Amerika'da yaşayan avukat Carla Lane, müzisyen kocası Jan'dan bebek beklemektedir. Jan'ın aniden öldürülmesiyle  Carla, kendini unuttuğu geçmişiyle yüzleşirken bulur. Annesinin günlüğü sayesinde henüz 12 yaşındayken "Şeytan Tepesi" diye adlandırılan bir tecavüz kampında bulunduğunu, sağlıksız erkek kardeşini, anne ve babasının yaşadıklarını hatırlar. Silik hatıralar teker teker canlanırken kocasının katili ile bir zamanlar Bosna'daki işkence kampını yönetenlerin aynı kişiler olduğu ortaya çıkar. Kamptan tek sağ kalanın yaşlı bir kadın olduğu sanılırken Carla, geri gelen hafızasıyla tüm eksik parçaları teker teker yerine koyar. Ama yine de bazı şeylerin gizli kalması hayatı yaşanır kılacaktır...
"Son Tanık" yakın tarih ve macerayı bir araya getiren sürükleyici bir kitap. Yugoslavya'da yaşanan iç savaşın kişiler üzerinde hayatları boyunca yarattığı travmayı yansıtan, içler acısı bir dramın hikayesi...
The Last Witness



8 Ağustos 2016

Milos- 2015 Yunan Adaları Günlüğü 13

7 Ağustos 2015 


Milos bir yanardağ adası ve şu an Louvre müzesinde olan ünlü Milo Venüsü heykelinin bulunup çıkarıldığı yer. Kaya oluşumları, sıcak su kaynakları, kayalıklar üzerindeki köyleri ile görülmeye değer bir ada…
Biz ana liman olan Adamas'ta kaldık. Akşam kendinizi kıyıdaki tavernalardan birine attık. Mariana Taverna, samimi servis elemanları ve muhteşem ev yemekleri ile kalbimizi fethetti. Bense herkesin aksine midyeyi tercih ettim.

8 Ağustos 2015 

Sabah 12:00 gibi arabamızı kiralayıp (55€) yola koyulduk. İlk durağımız bu volkanik adada bizim Pamukkale gibi oluşuma sahip Sarakiniko. Buradaki doğal oluşum koyda herkes denize giriyordu. Bugün deniz epey dalgalı ve vahşi... Burada bir de kayalara oyulmuş bir şehir var...


Öğlen yemeğimizi sahilde, Pollonia'da yedik. Sonra da Klima'ya denize girmeye gittik. Burası, şirin, iki katlı beyaz binalardan oluşan bir sahil kasabası. Evler, kapı ve kepenkleri ayrı ayrı renklere boyandığı için şirin bir görüntü oluşturuyor. Dalgalar vurduğunda deniz suları evlerin önündeki rıhtıma vuruyor.


Deniz molamızı burada verdik. Su, yosunlu olsa da serinliği çok iyi geldi. 
Akşamüstü 17:00'de Plaka'ya çıktık. Yukarıdaki kaleye doğru tırmandık. Epey sıcak olduğu için biz kilisenin orada pes ettik. Manzarası çok güzeldi. Akşamüstü arabayı şehrin alt girişine park ettik ve görevli kızın tavsiyesiyle müzik festivalinin olduğu meydana yürüdük. 


Afişi çok şeker olmasına rağmen, mahalle arasındaki festival alanı çok keyifsiz ve sevimsiz göründü; biz de tekrar otoparka dönüp Plaka'nın cazibe merkezine yürüdük. Çok acıktığımızdan ilk gördüğümüz tavernada yemek yedik. İçerlere doğru yürüyünce gördük ki tüm ada ve hayat burada... Dar sokaklar, butikler, tavernalar, hediyelikçiler; tam bir cümbüş...

 

Biraz dolaşıp Adamas'a döndük. Yarın öğlene doğru arabayı vereceğimiz için bugün gezemediğimiz, kapalı olan yerleri sabaha bıraktık. Anlayacağınız yarın yine erkenciyiz:(
Bugün atılan adım sayısı: 18.000 'yuh'
9 Ağustos 2015 

Bugün arabamızı öğlen gibi teslim edeceğimizden sabah erkenden Plaka'daki Katakomb'lara gittik. Katakomb, ilk Hıristiyanların yeraltı mezarları ve dünyada sayılı yerlerde var. Milos'taki de 184 m'lik bir koridor üzerinde ikiyüzü aşkın mezardan oluşuyor. Tarihçilere göre burada en az 8000 mezar varmış. Koridorlar çok dar olduğu için sınırlı sayıda ziyaretçi alınıyor ve görevli eşliğinde geziliyor. Biz 6 kişilik bir grup olarak gezdik.
Katakomb'a inmek için epey merdiven iniliyor ve çıkılıyor; sabah sabah yine antreman oldu.


Ardından Mandrake koyuna gittik. Burası o kadar şirin ki anlatamam. Balıkçı yeri ama çok temiz ve her bir bölme ayrı renge boyanmış. Ayrıca merdivenler de büyük bir özenle boyalı...



 Sonra da bu adada bulunan ve şu an Paris'teki Louvre müzesinde olan Venüs heykelinin birebir kopyasının bulunduğu, Plaka'daki arkeoloji müzesine gittik. Milo Venüsü, 8 Nisan 1820’de çiftçi  Georgios Kentrotas tarafından tarlasındaki mağarada yarısı toprağa gömülü olarak bulunmuş. Diğer yarısı ise bir Fransız subay tarafından bulunup 1 Mart 1821’de XVIII. Louis’e hediye edilmek üzere satın alınmış. Bunlar bizden beter hemen hemen tüm önemli eserlerini Avrupalılara kaptırmışlar...



Arabamızı 12:00 gibi teslim edip tüm günü teknede geçirdik.
Akşamüstü Zeliha ve ben biraz dolaşıp alışveriş yaptık. Bu Yunan'da dükkanı açık bulduğunuz an gireceksiniz. Ne zaman kapalı, ne zaman açık olduğu şüpheli çünkü. Pazar günleri marketler öğleden sonra kapatıyor. Hem de büyük süper marketler... Eczanelerin ise açık saatini bulmak hemen hemen imkansız. Nasıl denk geldiyse buradaki bugün siesta zamanı hariç açıktı; nöbetçi miydi acaba:)

10 Ağustos 2015

Bugün ana limandan ayrıldık ve Milos'taki tüm teknelerin, özellikle de turist gezdirenlerin uğramadan geçmediği, adanın güney batı ucundaki Kleftiko Koyu'na demir attık. 
Burası doğal oluşum kayaları, mağaraları 7-10 m. arası rahatça demir atmaya uygun koyu ile çok keyifli bir yer. Dipte epey kayalıklar var. Dibi görerek demir atabildiğiniz için bunlara oldukça dikkat etmek gerekiyor.
Teknelerin biri gidiyor biri geliyor. Geceyi de burada geçirmeye karar verdik. Bir ara Azmi botuyla bizi gezdirdi. Mağaraların bir ucundan girip diğer ucundan çıktık. Kaya oyuklarının içinden geçtik.  Biz burayı çok beğendik. Tüm gezi teknelerinin gidip gördüğü kadar var. Milos ise tekrar tekrar gidilesi bir ada... İnanın hiç sıkılmazsınız... Keşke Türkiye'ye daha yakın olsaydı...



7 Ağustos 2016

Spetses- 2015 Yunan Adaları Günlüğü 12

5-6 Ağustos 2015 

Spetses Adası'nın adı antik çağdaki adı olan ve çamlık manasına gelen “Pityoussa”dan geliyor. 1920’li ve 30’lu yıllarda ada, Yunanistan’a yerleşen İngiliz ve İngiltere hayranı Yunanlıların gözdesi olmuş. Motorlu taşıt kullanmak adada kesinlikle yasak. Ulaşım faytonlarla sağlanıyor. Dünyaca ünlü İngiliz yazar John Fowles burada bir kolejde ders vermiş ve “Büyücü”adlı romanını burada yazmış.



Neyse biraz sakinleşip hemen karşımızdaki Olive Press restauranta yemeğe geldik. İlk 1,5 saat elektriklerin kesik olması dışında her şey güzeldi. Bu ada gibi bu lokanta da biraz lüks. Herşey %50 daha pahalı... Ertesi gün yeni liman tarafına gittik. Burada hemen hemen tüm mağazalar marka ve inanılmaz pahalı... Biz kendimize ip bilekliklerden aldık Her adadan minik de olsa bir şey almak adetimiz oldu artık.







Kitabı Türkiye'ye dönüşte hemen aldım. Daha fırsatını bulamadım ama okuduğum an sizle paylaşacağım...



Hydra - 2015 Yunan Adaları Günlüğü 11

4 Ağustos 2015 



Hydra, küçücük bir yerleşim. Kendi gibi limanı da küçük. O küçücük limanda balıkçı tekneleri, deniz taksiler, İstanbul'daki otoparklardan beter biribirinin dibine boylamasına üç sıra nasıl becermişlerse demirlemiş tekneler ve bunca hengame içinde kocaman yolcu gemileri... Biz tekneyle ana limanda yer bulamadık. Kimse unutlanmasın, burada yer yok ve şans eseri yer bulursanız da sakın demir atmayın bence anca dalgıç sizi kurtarır.Biz de 1 mil yandaki koya demirledik.
Akşamüstü 17:00 gibi deniz taksi çağırdık. Biz, Turquoise teknesi ve yandaki motoryattaki İtalyanlar... Gidiş 15, geliş 15 toplam 30 euro... 





Şehirde araba sayısı yok denecek kadar az. Dar ve dik merdivenli sokaklarda katırlar yardımıyla taşımacılık yapılıyor. Meydandaki kiliseyi gezerken içerdeki cenazeyi görünce nasıl kaçacağımızı bilemedik. Çıkması yürek isteyen merdivenler... Limanın çevresinde kaliteli ürünler satan şık butikler ve mücevheratçılar var. Hediyelik eşya satan mağazalar ise diğer adalara göre en az %50 daha pahalı... Bu ada Symi'ye çok benziyor, adeta onun küçük bir kopyası.
II. Dünya Savaşından sonra popülerliği artan bu adada yabancılar eski evleri alıp restore etmeye başlamışlar. Burayı ünlüler çok tercih ediyorlarmış hatta Leonard Cohen'in burada bir malikanesi varmış.  

Gökdelen / J.G.Ballard


İngiliz asıllı bilim kurgu yazarı James Graham Ballard'ın "Gökdelen" adlı kitabını Dost Körpe'nin çevirisinden Sel Yayınları'ndan okudum. 1975 yılında yazılan ve orijinal ismi "High Rise " olan kitap, her şeyi içinde barındıran, yüksek katlı bir apartman blogunda yaşayan insanların gün geçtikçe değişen davranışlarını ele alıyor...



35. İstanbul Film Festivali kapsamında gösterime giren kitabın film uyarlamasına zor da olsa bilet buldum. Kitabı o zaman okumamıştım. Ben Wheatley'in yönetimindeki filmin başrollerinde Tom Hiddleston, Jeremy Irons, Sienna Miller Ve Luke Evans oynuyor... Film, kitaptan bazı noktalarda ayrılsa da oldukça iyi bir uyarlama... Şiddet dozu da mükemmel... Bence benim gibi yapın; önce film, sonra kitap, sonra belki tekrar film...



Kendi halinde bir doktor olan Robert Laing, eşinden yeni boşanmıştır ve işine de yakın olan son derece modern bir gökdelene taşınır. Gökdelen, içinde her tür konforu barındırmaktadır. Dükkanlar, market, okul, yüzme havuzu... Gökdelenden çıkmadan da hayatı idame ettirebileceğiniz bir sürü imkan... Binanın mimarı olan Anthony Royal en üst katta yaşamaktadır ve kitapta da en üst sınıfı temsil eder. Binasının nimetlerinden sonuna kadar yaralanır ve binasını sonuna kadar savunur... Televizyon programcısı Richard Wilder'ın dairesi alt kattadır ve zamanla aşağı sınıfın lideri olur. Gökdelende toplum içindeki sosyal sınıflaşmayı bariz bir şekilde görürüz.



Kitap, bu üç karakterin yaşamları ve duyguları üzerinden anlatılır. Gökdelendeki yaşamın başlangıcında huzur dolu düzenli günler zamanla kendini kaos ortamına bırakır. Şiddet ve öfke gökdelene hakim olur. Yağmalar, çatışmalar, ölümler, işkenceler ile insanın en vahşi ve ilkel halinin ortaya çıktığına şahit oluruz. Bu tehlike dolu hayata rağmen gökdelende yaşayanlar binayı terk etmezler. Mazohist bir şekilde olanları kabullenirler.
Aslında 40 sene önce kaleme alınan bu kitap günümüzün residence anlayışına bir ayna tutmuş. Şu an her şeyi içinde barındıran binalarla, insanları içeri hapis olmaya yönelten bir konut anlayışını Ballard'ın muhteşem anlatımı ile birebir görüyoruz... Umarın Ballard'ın ön gördüğü son bizi beklemiyordur...




High-Rise