26 Aralık 2016

39 Basamak

Orijinal adı The 39 Steps olan, iskoç yazar John Buchan’ın 1915’te yayınladığı roman, 1935’te Alfred Hitchcock tarafından sinemaya, 2005 yılında İngiltere’de West End’de tiyatroya uyarlanmış. oyunun en ilgi çekici özelliklerinden biri, Alfred Hitchcock’un çektiği filminde ne kadar karakter varsa, hepsinin sadece dört kişilik bir kadro tarafından canlandırılması.
Mehmet Birkiye’nin yönetmenliği ve Mehmet Ergen’in Türkçeye çevirisiyle sahnelenmeye başlayan 39 Basamak’ın oyuncu kadrosu ise Demet Evgar, Engin Hepileri, Bülent Şakrak ve Okan Yalabık’dan oluşuyor. Oyun 9 sene önce Kent Oyuncuları tarafından oynanmış ve o zaman da çok beğenilmiş. Bu kez geçmişte Hakan Gerçek’in canlandırdığı Richard Hannay karakterine Engin Hepileri can verirken diğer kadro aynı kalmış.
Richard Hannay (Engin Hepileri), can sıkıntısını dağıtmak üzere bir tiyatro oyununa gitmeye karar verir ve kendini Londra’dan İskoçya’ya uzanan komik, egzantirik ve heyecanlı bir casusluk serüveninin ortasında bulur. Önemli olan 39 Basamak’ın ne olduğunu öğrenmek ve sırrın kötülerin eline geçmesini engellemektir.
 



Alfred Hitchcock, bu gerilim romanını filme çekerken mizahi öğeler katmış içine, kitabı ve filmi tiyatroya uyarlayan Patrick Barlow ise gerilim yerine %100 mizah ögelerini tercih etmiş. Biz oyuna gitmeden önce hiçbir eleştiriyi okumamıştık ve gerilim yüklü bir oyun izleyeceğiz zannederken kendimizi çıklgın bir komedinin içinde bulunca hem çok şaşırdık hem de çok keyiflendik. 39 Basamak 2 perde ve tam tanına 2,5 saat sürüyor ve bu süre boyunca da Demet Evgar üç ayrı kadını canlandırırken Okan Yalabık ve Bülent Şakrak sayısız karakteri ve objeyi başarıyla sahneye koyuyor. Engin Hepileri ise oyun boyunca hep aynı karakteri canlandıran tek oyuncu…

Aslında tek bir dekor yok sahnede… Sırası gelince objeler sahneye itiliyor ve dekorun geri kalanını siz hayalinizde tamamlıyorsunuz. Yeri geliyor, Okan Yalabık eline aldığı üç ayrı şapkayla aynı anda 3 kişinin diyaloğunu yapıyor, yerlerde 3 takla atıp Demet Evgar’ın bacaklarına dolanan çalı oluyor, Bülent Şakrak, arkasını dönünce geceliği ve şapkasıyla çiftçi, önünü dönünce üniformasıyla polis oluyor. İnen perdede kuklalarla kaçıp kovalamaca sahnesi canlandırılırken ışık gölge oyunlarıyla evdeki parti havası seyirciye başarılı bir şekilde aktarılıyor. İzlerken bir taraftan gülmekten kırılırken bir taraftan “işte tiyatro bu” diyorsunuz. Dört oyuncu da çok başarılı… Biz 39 Basamak’ı çok beğendik. Vakit varken siz de mutlaka izleyin diyorum… Ama tavsiyem oyuncuların mimiklerine ve repliklerine hakim olabilmeniz için önlerden bilet almanız. Biz biraz arkada olduğumuzdan, maalesef kaçırdığımız espriler ve diyaloglar oldu...

16 Aralık 2016

10 11 12


8 Aralık kardeşimin doğum günüdür ve bu sene onun ve sevgili tiyatro grubumuzun gitmekten keyif alacağını düşündüğüm Craft’ın sahnelediği, Ezgi Mola ve Enis Arıkan’ın baş rolünde olduğu, 10 11 12 oyununa bilet aldım. Meğerse o akşam Fenerbahçe’nin hem de iki adet maçı varmış (ben eşimin hobilerine saygı duyan bir eş olarak maç olduğu günler genelde etkinlik bileti almıyorum da…). Tabii bu durumda klasik tiyatro grubumuz fire verirken aramıza yeni tiyatro severleri de katma fırsatımız oldu…
Lüks bir rezidanstayız. 12 numarada oturan genç kadın, ilk evini almıştır ve kanal manzaralı evinde keyifle yaşamını sürdürmektedir. 11 numaraya yeni taşınan genç adam, kadınla tanışır ve aralarında arkadaşlık başlar. Koridorlarda içki içip sohbet ederler, Hitchcock filmleri izleyip yorum yaparlar, hiç görmedikleri 10 numaranın kapı önüne bıraktığı çöpleriyle kavga ederler, ikisi birlik olup 10 numaraya kapı önünden bağırıp çağırır ve dairesine notlar atarlar. Ancak 10 numara çöpleri bırakmaya devam eder. İkilinin arasındaki ilişki, bir müddet sonra bozulur ve aralarında Hitchcock filmlerini aratmayacak bir gerilim başlar. Aynı binada oturuyor diye insanlar birbirleriyle illa ilişki kurmak zorunda mıdır?
10 11 12, bundan birkaç ay evvel izlediğim ve kitabını okuduğum Gökdelen filmine çok benzer bir çerçevede gelişiyor. Bu kült filmdeki gibi fertler işi çok ileriye götürmüyor ancak ipler öyle bir geriliyor ki bir sonraki aşamayı insan tahmin dahi edemiyor.
Ezgi Mola, gerçekten çok doğal bir oyuncu. Sanki karşı komşunuz olsa ve koridorda karşılaşsanız aynı şekilde davranacağını biliyorsunuz. Annesi Semra Hn. İle birlikte son ayların instagram fenomeni olan Enis Arıkan ise muzip ve gıcık halleriyle ve dinamik oyunuyla başta ön sıramızda oturan annesi (-ki oyunu beşinci seyredişiymiş) ve teyzesi de dahil olmak üzere hepimizin beğenisini topladı. İkisini de çok sevdik ve ne yapsalar izlemeye gideriz… Bu arada hızla kostüm değiştirme konusundaki başarılarından dolayı ikisini de yürekten tebrik ederiz…

Sadık Bey - Pınar Kür


Pınar Kür'ün ilk kitabı "Yarın Yarın" dan bugüne 40 yıl geçmiş. En son romanı "Cinayet Fakültesi"nden sonra ise 10 yıl... Bu uzun suskunluk, Can Yayınları'ndan çıkan "Sadık Bey" romanı ile sona erdi... Doğrusu şu ki ben Kür'ün kentli erkek ve kadının yaşamı ve kişisel bunalımlarını konu olan romanlarını özlemişim. Bu kitap da bana ilaç gibi geldi ve bir gün içinde bitti. Kitabı çok beğenmekle birlikte adeta elimden bırakamadım... Sadece sonunu sevmedim Sadık Bey'in, başından beri tahmin etmeme rağmen kondurmak istemedim, kim bilir belki de bu denli "zayıf" olmasını kabullenemedim...
Sadık Bey, ellisini geçmiştir. Büyük bir tekstil şirketinde muhasebe müdürü olarak çalışmaktadır. Bir kızı olan Sadık Bey, yıllar önce karısından boşanmıştır ve yalnız yaşamaktadır. Şirketin patronu çocukluk arkadaşı Ertuğrul ile aralarında oluşmaya başlayan ast-üst ilişkisi, camlı plazada, camlı bölme odasında, çalışanlarıyla kurduğu ilişki, gençlik anıları, gizli akşamcılığı, hayatında tutkuyla sevdiği tek kadın olan Semiramis'i hala düşünmekten vazgeçemeyişi, gençlik tutkusu tiyatro ve şiir, bir roman yazma hayali, şirketteki statüsünün değişmesi ile birlikte hayatına giren ve ona çok tanıdık gelen genç adamla hesaplaşmaları...  
Sadık Bey'in hikayesinin arka fonunda ihtilal öncesinin üniversite hayatını ve 70'li yılların naifliğini yaşarız. Bugünkü yaşamında ise plaza hayatının yapaylığını ve entrikalarını... Aslında içimizden biridir Sadık Bey... Okulunu bitirip hayalinin peşinden gitmek yerine korkup kolay yoldan çalışma, var olma ve para kazanma yolunu seçen "çoğunluk"tan biri... 
İstemeden yaptığımız o denli çok şey olmuştur ki hayatımızda; sizin hiç yok mu?... 
Hadi Sadık Bey gidemedi; peki siz hayallerinizin peşinden gidebildiniz mi?






12 Aralık 2016

Uyuyana Kadar - S.J.Watson



Chrissy, az rastlanır bir bellek kaybına sahiptir. Yıllar önce geçirdiği bir “kaza”dan sonra, her gece uyuduktan sonra hafızası silinmekte ve kendini kazadan önceki zamanda zannetmektedir. Her sabah uyandığında kendini yabancı bir odada ve yatakta bulmaktadır. Yanında yatanın kim olduğunu bilmemektedir. Tuvalete girdiğinde, her gün aynı resimlerle karşılaşır. Kocası Ben ve kendisinin resimleri, yanında da açıklamaları vardır. Bir müddet bunları idrak etmeye çalışırken aynadaki orta yaşlı kadın görüntüsüyle de baş etmeye çalışmaktadır. Ben hiç sıkılmadan her gün Chrissy’nin sorularını cevaplar ve onu şu anki hayatlarına inandırmaya çalışır, ta ki bir ertesi gün tekrar uyanıncaya kadar…
Bir gün Chrissy’nin cep telefonu çalar, Dr. Nash isimli bir psikiyatr onu aramaktadır, bir süredir görüştüklerini ve onu hastası olarak takip ettiğini söyler. Chrissy doktor ile buluşur, hayatına yeniden kavuşabilmesi için tek çare olarak onu görür, çünkü Ben, yeteri kadar tedavi yöntemi kullanıldığını söyleyip başka tedavi yöntemlerini şiddetle reddetmektedir. Chrissy, Dr. Nash’ın önerisiyle her gün hatırladıklarını günlük tutmaya başlar, doktor ile birlikte eski yaşadığı yerleri ve tedavi gördüğü klinikleri dolaşır. Artık her sabah ilk işi doktorun telefonda hatırlatmasıyla beraber günlüğünü okumakla başlar. Bilgileri tazelendikçe ve hatırladıklarıyla beraber hayatıyla ilgili gerçekleri üst üste koyar. Ben’in dediği gibi hiç çocukları olmamış olduğu yalandır; yine Ben’in dediği gibi bir çocukları olduğu ama sonra orduda öldüğü de bir yalandır; bir araba kazası geçirdiği de bir yalandır; hatta Ben de bir yalandır. Aslında Chrissy kimdir ve nasıl bu hale gelmiştir?
“Uyuyana Kadar” çok iyi kurgusuyla, dozunda gerilimi, sürükleyici temposuyla çok güzel bir roman. Biraz “50 First Date” filminin senaryosunu andırsa da kitap çok iyi kurgulanmış… Belki de yeni bir filmin senaryosu olabilir…


 Before! Go to Sleep


11 Aralık 2016

Bütün Kadınların Kafası Karışıktır


Ece Temelkuran’ın 1996 yılında çıkan ilk romanından uyarlanan "Bütün Kadınların Kafası Karışıktır", tam bir kadın tiyatrosu… Oyunun yönetmenliğini Selen Uçer yaparken Deniz Çakır, Şebnem Sönmez, Zeynep Kankonde, İpek Türktan Kaynak ve Kadir Çermik 'in oyunu da bu “kadın bunalımı komedisi” ne hayat veriyor.



Yazar Ebru Uysal (Deniz Çakır)’ı kocası terk etmiştir. Bunalıma giren yazar, evinin balkonundan kendini atmak üzereyken yan evde temizlik yapan Aysel (Zeynep Kankonde) ile istemediği bir diyaloğa girer. Bu esnada yan apartmandaki komşu Perihan (Şebnem Sönmez) ve Aysel’in temizlik yaptığı evin sahibesi ünlü şarkıcı Meltem Kaya ( İpek Türktan Kaynak) da olaya müdahil olur. Ebru Uysal’ın birkaç gün önce evinin anahtarını verdiği mahallenin emlakçısı (Kadir Çermik), eve habersizce girerek yazarı camdan uzaklaştırır. Olayın tüm tanıkları, Ebru’nun evinde toplanır ve hesaplaşmalar başlar…
Aslında tüm kadınların kafası neden karışıktır? Kadınlar neden bu kadar fazla düşünür? Bazen kaderini kabul etse de içinden düşünmeye ve isyan etmeye nasıl devam eder? İstediği hayat için istemediği şeyleri yaşamayı göze alırken aslında her şeyin yolunda olduğuna nasıl hem kendisini hem de çevresini inandırabilir? Kadınlar görünüşte birbirlerine destek olurken nasıl olup becerir de birbirinin kuyusunu kazmaya devam eder? Kocalar nasıl hem döver hem de sever? Kadınlar kaderlerini yaşarken toplum buna nasıl seyirci kalır ve entrikalarla beslenir? Hep mi erkek baş rolde olmalıdır? Güzel bir kara mizah örneğiyle hepsi “Bütün Kadınların Kafası Karışıktır” da…

10 Aralık 2016

Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları - Ransom Riggs


Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları, içindeki tuhaf vintage resimlerle ve birkaç değişik karakterle zenginleşmiş fantastik bir kitap. 16 yaşındaki Jacob’un hikayesini okuyoruz. Jacob, dedesini trajik bir şekilde kaybeder. O günden sonra büyük bir bunalıma giren genci, psikoloğu dedesinin hikayelerinin peşinden gitmeye ikna eder. Dedenin çocukluğu gizemli bir adada geçmiştir ve bu garip geçmişe ait birbirinden ilginç fotoğraflarla o fotoğrafların sahiplerinin hikayeleri Jacob’un tüm çocukluğunu doldurmuştur. 
Bu fotoğraflarda neler mi vardır? Uçma yeteneğine sahip bir kız, kendinden tonlarca fazla yük taşıyabilen bir çocuk, görünmeyen adam, ellerinden ateş çıkaran bir kız, tuhaf ikizler, ağzı kafasının arkasında olan kız… Tüm bu eşsiz çocuklar, hep beraber bu adada bir evde yaşamaktadırlar. Jacob, babasıyla birlikte adaya gelir ve söz konusu evi terk edilmiş ve harap bir halde bulur. Aslında esrarengiz bina, düşündüğü gibi boş değildir. Tüm çocuklar, ve evin sahibi Bayan Pereggrine, başka bir boyutta Jacob’u beklemekte ve dedesinin hikayesini ona anlatmak için sabırsızlanmaktadır. Aslında onların yaşadığı zaman hiç akmamaktadır. Tüm anlatılanlar, dedesine olan felaketin gerçekliğini kanıtlar gibidir. Ölüm saçan korkunç canavar %100 gerçektir ve bu kez hedefi Jacob ve diğer çocuklardır. 

İthaki yayınlarından çıkan kitap, özgün baskısı ve kapağıyla çok etkileyici olmuş. Kitabın diğer serileri de ardından yayınlandı… Çok okunanlar listesinde yer alan kitap, fantastik edebiyat seven genç kesime yazılmış olduğundan benim beğenime pek uymadı. Bu sebeple de diğer iki kitap olan Gölge Şehir ve Ruhlar Kütüphanesi’ni okumayı düşünmüyorum. Roman, Tim Burton tarafından filme de alındı fakat ona da gitmek pek içimden gelmedi… Galiba karakterlerin tuhaflığı beni hem kitaptan hem de filmden soğuttu. Sizce de tuhaf değiller mi? Baktıkça tüylerim ürperiyor vallahi...

Miss Peregrine's Home For Peculiar Children