23 Ocak 2018

HE-GO



Yine Das Das Ataşehir'deyiz. Biz burayı çok sevdik. Hem sahnesi güzel, hem dekorasyonu, hem koltukları rahat hem de müthiş lezzetlere sahip bir lokantası var... Bir de Biletix ilk defa bana salonun en güzel koltuklarını vermiş daha ne istenir...
Bu kez bir Türk yazarın oyunundayız. Yazar Halil Babür ve hakkında hiçbir fikrimiz yok. Oyuncular arasında tek tanıdığım, popupüler dizlerde oynamış olan Alican Yücesoy...  Ne Ayşegül Uraz, ne de aynı zamanda yazdığı oyunda oynayacak olan Halil Babür'ü ilk kez görüyoruz.




Dekor, bir apartman dairesinin odası... Oldukça entel bir kişiye ait olduğu izlenimi veriyor. Sandıktan kitap rafları, her köşede bol kitap, eskiciden alınmış mobilyalar, duvarlarda tablolar ve bir projektör... Ev, çocukların sevgilisi, süper kahraman He-Go'yu bir filmde canlandıran ve herkes tarafından He-Go olarak tanınan oyuncu Çetin'e ait. Projektörden ise, film için çektiği bir klibi ve Shakespeare'in 64. Sone'sinin sözlerini içeren şarkısını defalarca izliyoruz. Bu arada Çetin (Alican Yücesoy) sahneye giriyor, yeni oynayacağı role hazırlanmakta... Bu kez İsa Peygamberi canlandıracak ve çarmıha gerilme sahnesi ile ilgili henüz oyununa karar verebilmiş değil. Çetin bir yandan da sosyal medyadaki takipçi sayısını artırmak isterken 500 bininci takipçisini evine davet edeceğini duyuruyor. Kısa sürede rakam 500 bine ulaşıyor ve kapısını Ersin (Halil Babür) çalıyor.

Ersin tam bir varoş çocuğu, aslında He-Go'nun hayranı kardeşi olsa da Çetin'in evine konuk olmayı o hak etmiş. Ayakları kokuyor, pervasızca her şeyi soruyor, sürekli resim "çekinmek" istiyor, ortadaki kuru yemişlere dadanıyor, sormadan sigara yakıyor, kısacası Çetin'in tamamen zıttı bir karakter. Çetin bir taraftan rolü gereği peygamberliğe soyunurken bir yandan da Ersin'le baş etmeye çalışıyor. Bu arada tablodaki kadın her ikisi ile de ayrı diyaloglara giriyor. Sonu mu? Muhakkak izleyin diyorum; ben söylemem...

Günümüzün en büyük problemi öteki insanlar ve ötekileştirme... Bu oyunda o kadar ince ve güzel anlatılmış ki... Kim kimden üstün? Hangi davranış kime göre doğru? Kimin dinlediği müzik daha güzel? Tam bir kara mizah örneği...Hele bir de Ersin'in önündeki kitaptan rastgele seçip söylediği bir cümleyi Çetin'in ciddi ciddi yorumlayıp aslında Ersin'in o cümleyi bilerek yanlış okuduğunu söylediği sahnede gülmekten katılıyorsunuz.

Tablodaki kadının oyundaki yerini pek sevmesem de Alican Yücesoy ve Halil Babür'ün doğal oyunculuklarını çok sevdiğimi söylemeliyim. Halil Babür'e böyle kaliteli bir eser ortaya koyduğu için ayrıca tebrikler... Biz He-Go oyununa bayıldık... Uzun zamandır bu kadar gülmemiştim... Kaçırmayın...




12 Ocak 2018

Karanlık Sular - Paula Hawkins

Trendeki Kız kitabıyla tanıyıp sevdiğimiz Paula Hawkins’in yeni kitabı ülkemizde de hemen çok satanlar listesine girdi. Trendeki Kız’ın kurgusu çok değişik ve güzeldi; yazar “Karanlık Sular” da da aynı tekniği kullanmış. Karakterlerin isimleri birbirlerine çok yakın ve konuyu karışık alarak ele aldığı için ilk başta anlayamayacağım paniğine kapılıyorsunuz. Aslında tek yapmanız gereken bir parça not almak ve her konu başlığı kimi ilgilendiriyorsa bu kısa notlara göz atıp bölüme başlamak. Kitabın ortalarında konuya tamamen hakim oluyorsunuz hiç merak etmeyin…
Küçük ve sakin bir kasabadayız. Burada kasabanın kadınlarının yıllardır öldüğü bir nehir var. Kimi intihar ediyor, kiminin ise neden öldüğü bilinmiyor.  Bu kasabada kızı ile yaşayan Nel, buradaki ölümler hakkında araştırma yapmayı ve bir kitap yazmayı kafasına koyuyor. Bu araştırma esnasında Nel de nehirde ölüyor. Bu ölüm nedeniyle, yıllar önce kasabayı terk etmiş olan ve kız kardeşiyle arası iyi olmayan Jules, Nel’in kızı Lena’nın yanına geliyor. Jules, hem geçmişiyle yüzleşirken hem de kız kardeşinin ölüm nedenini öğrenmeye çalışıyor. Bu süre zarfında karşılaştığı gerçekler, kız kardeşine başka bir gözle bakmasına neden oluyor. Bu arada kasabanın kadınlarının gizemi de teker teker ortaya çıkıyor… Her kesin farklı bir hikayesi var: Kimi cadı olarak nitelenmiş, kimi kocasının şiddetine maruz kalmış, kimi ise imkansız bir aşkın kurbanı olmuş…
“Karanlık Sular”, “İkiz Tepeler” (Twin Peaks) kıvamında bir hikaye anlatıt-yor bize… Hem dozunda bir gerilim ve gizem hem de iyi bir kurguyla… Başladınız mı elinizden kolay kolay bırakamıyor ve bir solukta okuyorsunuz…

''Beckford bir intihar noktası değildir. Beckford, bazı sorun çıkaran kadınlardan kurtulma yeridir.'' 

Yeterince gizemli oldu mu sizce?


 Into The Water




11 Ocak 2018

Ormanlardan Hemen Önceki Gece




“Ormanlardan Hemen Önceki Gece “ oyunu hakkında Sadece tek kişikil bir oyun olduğu ve Dot Tiyatro sahnesinde izleyip beğendiğimiz Rıza Kocaoğlu tarafından oynandığı dışında hiçbir şey bilmiyorduk. Bir de tabii aldığı ödüller:

Tiyatro Eleştirmenleri Birliği tarafından Yılın Erkek Oyuncusu
Sadri Alışık Tiyatro ve Sinema ödüllerinde En Başarılı Erkek OyuncuMagazin Gazetecileri 21. Altın Objektif ödüllerinde ise Tiyatroda En İyi Erkek Oyuncu

Biz de -aman geçen sene izleyemedik bu sene az da olsa oynanıyor kaçırmayalım- endişesi ile Das Das Sahne için biletlerimizi aldık…
Ana salona girdiğimizde Rıza Kocaoğlu performansına başlamıştı bile… Son seyircinin de oturmasını bekledikten sonra 75 dakikalık bölüm başladı…
Rıza Kocaoğlu oyun boyunca koşuyor, atlıyor, akrobasi yapıyor ve bu arada hiç susmuyor. Anlatacak çok şeyi var ama onu gerçekten dinleyecek kimsesi yok. Çok yalnız… Yolda köşeyi dönüp gitmek üzere olan birini görünce de birbiri ardına, susmadan, ipe sapa gelmez, aklına ne gelirse konuşuyor. Kendini anlatmaya çalışıyor ama başarılı değil. Sözcükler doğru bir şekilde bir araya gelemiyor bir türlü… Bir şeylere kafa tutuyor, kendince uluslararası bir sendika kurmayı düşünüyor, bir odası olmayacağını bile bile bir odanın hayalini kuruyor, bu arada sürekli itilip kakılıyor ama anlatmaktan geri kalmıyor…
Ormanlardan Hemen Önceki Gece (La nuit juste avant les forets) Fransız Çağdaş tiyatro yazarı Bernard Marie Koltes'in tek kişilik oyunu. Koltes, bu oyunu 1977 yılında yazmış. İniş çıkışlarla dolu depresiv bir hayatı olan yazar, yalnızlıklarını, umutsuzluk ve hezeyanlarını eserlerinde dile getirmiş.

Oyun tek perde, dekor bir rampa ve oyuncunun içine girip öfkesini tam anlamıyla dışarı vurduğu bir renkli küpten ibaret… Seyrederken pek bir şey anlamasanız da gözünüzü kırpamıyorsunuz. Sahnede o denli dinamik bir performans var ki kendinizi adeta anlamak için zorluyorsunuz. Klasik tyatrodan çok farklı bir deneyim bu… Seyirciyi, kafa patlatmaya, düşünmeye, araştırmaya ve okumaya teşvik ediyor… İlk başta da değinmiştim: ne konuyu biliyorduk, ne yazarı ne de neyle karşılaşacağımızı… Biraz okuyup gitseydik eminim oyundan daha fazla keyif alacaktık… Herkes hoşlanmayabilir benden uyarması… Ben çok beğendim… Rıza Kocaoğlu’nun performansı ise gerçekten ödüle değerdi, sürekli konuşup sürekli hareket ederken nefesi kesilmeden 75 dakikayı tamamlamak her oyuncunun harcı olmasa gerek… Deneysel tiyatro meraklıları kesinlikle kaçırmamalı…

FÜREYA

Akaratler, Sıraevler No:16 da Kale Grubu'nun katkılarıyla düzenlenen, ünlü seramik sanatçısı Füreya Koral'ın sergisini mutlaka görmelisiniz. Yaklaşık 1500 m2 alana yayılan sergi için Akaretler'de birkaç ev birden kiralanmış ve aradaki duvarlar kaldırılarak oldukça çekici bir sergi salonu oluşturulmuş. (Ancak ne yazık ki sergi bitiminden itibaren binalar eski haline getirilecek ve muhtemel yeme-içme mekanı olarak yeni kiracılarını bekleyecekmiş). 17 Kasım 2017'de açılan sergi, 18 Ocak 2018 tarihine kadar açık...


Füreya Koral ile ilgili ilk bilgilerim, Ayşe Kulin'in 2000 yılında yayınlanan "Füreya" adlı kitabından oldu... Bu kitapla birlikte Şirin Devrim'in "Şakir Paşa ve Ailesi", ve "Şirin" kitapları da aileyle ilgili daha çok bilgi edinmeme yardım etti...


Füreya, ünlü Şakir Paşa ailesinin bir ferdi... Dedesi Şakir Paşa'nın kardeşi Cevat Şakir Paşa, II.Abdülhamid  döneminin sadrazamı... Şakir Paşa ise ağabeyi ile birlikte önemli devlet görevlerinde bulunmuş... Şakir Paşa'nın eşi Sara Hanımdan ikisi erkek tam altı çocuğu olur. En büyük çocuk, Halikarnas Balıkçısı olarak bildiğimiz ünlü yazarımız Cevat Şakir Kabaağaçlı'dır; daha sonra Füreya'nın annesi olan Hakkiye Hn.gelir, Ayşe , Suat, beşinci çocuk olarak dünyaca  ünlü ressamımız Fahrünisa Zeyd ve son olarak gravür sanatçısı Aliye Berger gelir. Fahrünisa Zeyd'in ilk eşinden olan çocukları Şirin Devrim tiyatro sanatçısı ve yazar, Nejad Devrim ise ressamdır. Aile bireylerinin hepsi sanatçı ve özgür ruhludur. Ailede hem büyük başarılar, hem de büyük felaketler beraber yaşanır. Şakir Paşa'nın ölümü, oğlu Halikarnas Balıkçısı'nın elinden olur ve sanatçı ömrünün diğer yıllarını sürgün hayatında, Bodrum'da geçirir... Aliye Berger, Fahrünisa ablasının ilk eşi İzzet Melih ile bir gönül ilişkisi yaşar...

Füreya, 1910'da Büyükada'daki köşkte dünyaya gelir. İyi bir eğitim görür, keman çalar, Fransız okuluna gider, verem tedavisi gördüğü İsviçre'de seramik sanatı ile tanışır... Yurt içi ve yurt dışında sayısız sergi açar, eserleri ünlü koleksiyonerler tarafından kapışılır... İkinci evliliğini Atatür'ün yaveri Kılıç Ali Paşa ile yapar. 1997 yılında vefat edene kadar sanatın içinde kalır...




İşte bu renkli hayatın kanıtı 200'e yakın eser, seramik nesneler, duvar tabakları, heykeller, duvar panoları, fotoğrafları, ziyafet sofrası ve kişisel eşyaları ile birlikte bu sergide görülüyor. Video görüntüleri ile desteklenen sergide "evler" serisi ise gerçekten dikkat çekici... Sanatçı bu seriyi oturduğu apartmanın penceresinden gördüğü Surp Agop Vakfı evlerinden esinlenerek oluşturmuş...


Daha vakit var, bu ilginç ve tarihi mekandaki bu harika sergiyi kesinlikle kaçırmayın...








8 Ocak 2018

Kanadı Kırık Kuşlar - Ayşe Kulin


1933 yılındayız.  Patoloji Bölümünün başkanı olacağı konuşulan Gerhard ve ailesi oldukça mutlu ve refah içindedir. Bu arada Frankfurt da Yahudiler Nazilerden çok baskı görmeye başlamıştır. Gece yarısı baskınlarıyla olmayacak sebeplerden tutuklamalar yapılmaktadır. Huzursuz olan Gerhard, bir bölüm arkadaşının uyarısıyla Frankfurt’u terk etmeye karar verir. Karısı Lisa’ya hademe ile bir mektup yollayıp evdeki tüm mücevher ve çocukları alıp Zürih’e, ailesinin yanına gitmesini tembihler. Gerhard, ilk trene binip İsviçre’ye gider ve kendisinden sonra gelen karısıyla çocuklarını orada karşılar. Gerhard artık işsizdir. Günlerce hatta aylarca iş arar ancak bulamaz. Kayınpederinin fikriyle Yahudi ve kaçak bilim adamlarına iş bulma bürosu açarlar. Bir müddet sonra beklenen haber Türkiye’den, kayınpederinin arkadaşı Prof. Malche’den gelir. Gelişmekte olan ülke, bilime ve iyi yetişmiş bilim adamına açtır.  

Gerhard bu iş için İstanbul’a gider ve hayran olur. Daha sonra Ankara’yageçip  Prof. ile buluşur ve yalnız üç bilim insanına değil, kendisi de dahil tam otuz bilim adamına iş bulur. Artık kendilerine içtenlikle kucak açan bu ülkede, yeni hayatlarına başlarlar…


Kanadı Kırık Kuşlar romanı 1930 Almanya’sında başlıyor ve 2000li yılların Türkiye’sine uzanıyor. Schlimann ailesinin yıllar süren sürükleyici hikayesi sizi derinden etkiliyor… Ayşe Kulin’in harika yazım tarzı ve iyi romancılığı da cabası… Bir çırpıda, soluksuz okuyorsunuz.

Ayşe Kulin, fikirleriyle de okuru derinden etkiliyor ve diyor ki… “Ben isterim ki, herkes, yerli yerinde kalsın ve beğenmediği durumlarla mücadele etsin. Romanı yazarken da bu hissi vermek istedim: ‘Kalın ve direnin!’ Okumak da, gitmek de, kalmak da, mücadele etmek de, ‘Bana artık müsaade’ demek de... Size kalmış... Size ne iyi gelecekse onu yapın. Çünkü bu işin doğrusu yok, her insan başka bir dünya... Ama unutmayın başka vatan yok!”




7 Ocak 2018

Otomatik Portakal - Anthony Burgess


Modern bir klasik olarak nitelendirilen eser Otomatik Portakal İngiliz yazar Anthony Burgess’in eseri. Kitap, çarpıcı bir dille, Alex adlı bir gencin çocukluktan olgunluğa erişim hikayesini anlatıyor. Alex; bir sokak çetesinin lideridir. Gündüzleri normal gençler gibi okula giden çete elemanları, akşamları yaşlılara, güçsüzlere saldırıp soymakta, kadınlara zalimce tecavüz etmektedirler. Bir gece barda yine uyuşturuculu sütlerini içerlerken arakarında bir tartışma çıkar ve çetenin diğer elemanları Alex’i haksızlık yapmakla suçlarlar. Çetede ilk tatsızlık çıkar böylece… Bir gece, kedileriyle yaşayan yaşlı bir kadının evine girip soymaya kara verirler. Eve ilk giren Alex, direnen kadını öldürür. Kadın, soyulacağını anlayınca polis çağırmıştır. Eve gelen ekip, çete elemanlarının da ispiyonlamasıyla Alex’i tutuklarve çocuk tam on dört yıl hapis cezası alır.
Alex’in hapisteki ikinci yılında yeni gelen bir mahkum sapıklık yapmaya kalkışınca tüm koğuş tarafından hırpalanır. Ölen mahkumun suçu yine Alex’in üzerine kalır. İçişleri bakanlığı hapislerdeki olayların önüne geçemediğinden bir ıslah programı geliştirir (Ludavico) ve bu yöntemi ilk olarak Alex’in üstünde denemeye karar verirler. 

İki hafta içinde isleh olup özgürlüğüne kavuşma hayalindeki Alex hemen bu yöntemi kabul eder. Program kapsamında, Alex’i yeni bir binaya götürürler ve çok kibar davranırlar. Onu bir odada koltuğa ve gözlerini kapayamayacağı bir düzeneğe bağlarlar. Sabahtan akşama kadar aşırı şiddet içeren sahneleri birbiri ardına seyrettirip şiddetten ve kan dökmekten nefret etmesini ve böylelikle iyi bir insan olmasını sağlamaktır amaçları.
İki hafta süren korkunç işkencenin ardından Alex’i serbest bırakırlar. Artık şiddet uygulayamamakta, istemeden herkese iyi davranmaktadır. Eski hayatına geri dönmek istese de bir türlü başarılı olamaz. Artık şiddet sahnelerini sırasında dinletilen Beethoven’ın müziği bile onu hasta etmektedir.
Yazarın kalemi çok usta, aşırı şiddet içeren satırlar okuyucuyu oldukça rahatsız etse de bu modern klasiği muhakkak sonuna kadar bitirmek istiyorsunuz. Kubrick’in sinema uyarlamasını izlemedim ve izlemeyi içim lkaldırır mı bilmiyorum ama gerçekten “ölmeden önce okumanız gereken kitaplar”dan biri Otomatik Portakal…
Bu arada ilginç bir bilgi: Yazar Burgess ve hamile eşi aynı kitapta anlatılan şiddete maruz kalmış ve yazar aynen bu sahneleri kitabında kullanmış.
Yazar kitabı hakkında; Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum... demiştir.


A Clockwork Orange



Kördüğüm- Ayşe Kulin


Arka kapak yazısında aynen:


"Kördüğüm, hayatının hassas bir evresinde, günümüzün  acımasız çarkları arasına sıkışmış genç bir kadının yaşadıklarını çarpıcı bir “geri dönüş” hikayesiyle anlatıyor. 

Ayşe Kulin çok sevilen Kanadı Kırık Kuşlar’da olduğu gibi, ülkesinin çalkantıları ile sarsılan ama tutkularına da sorumluluklarına da sahip çıkan genç bir kadının ayakta kalma mücadelesini gözler önüne seriyor."

Ayşe Kulin'den yine çarpıcı, harika bir roman diye hemen alıp okudum... Ama tam bir sabun köpüğü ile karşılaştım. Halbuki o denli beğenirim ki ben Ayşe Kulin'i ve kitaplarını...

Gelelim konuya: 

Gizem, hafızasını unutmuş bir kadın ve özel bir klinikte bakım altında... Kliniğin sahibi Orhan Hoca, tüm içtenliğiyle ona sahip çıkıyor ve yardım etmeye çalışıyor. Gizem'in hafızası zamanla yerine gelmeye başlıyor... Gazeteci sevgilisini, onun peşinden güney doğuya gidişini, yaralanan sevgilisinin başında uzun bir zaman beklediğini, kendisinin de doktor olduğunu, sevgilisinin ona görev olarak bir yere götürmek üzere bir hard disk verdiğini tek tek hatırlıyor. Bir gece anneannesiyle yaşadığı adrese gidip evin de alt üst edildiğini görünce iyiden iyiye ürküyor. Verilen hard diskteki belgelerin başlarını yakacak bilgiler olduğunu öğrenince kendisinin de bir suikast sonucu kaza geçirdiğini anlıyor. Sonra polis korumasında Orhan Hoca'nın Silivri'deki evine sığınıyor. Bu arada öldü sandığı sevgilisi ortaya çıkıyor. Sevgilisi, zengin olma hayali ile çevirdiği entrikalar yüzünden tutuklanıyor ve Gizem'in suçsuzluğu anlaşılıyor. Sınır Tanımayan Doktorlar'a katılmayı seçiyor...

Sanki yüzeysel kalmış, İŞİD mi FETÖ mü PKK mı tam olarak niteliği anlaşılamayan bir kötülükten bahsedilirken size sadece bu sıkıcı kitaba sonuna kadar katlanmak kalıyor. Berbat bir kurgu ve son derece sıradan, sevimsiz bir roman kahramanı... Okumak size kalmış...







Pencere




Oyun Atölyesi, "Pencere" oyununu iki sezondur oynuyor.  Esra Bezen Bilgin, Haluk Bilginer ve Kürşat Demir'den oluşan üç kişilik bir kadrosu var. Oyunun orijinal adı "Skylight" ve İngiliz yazar David Hare tarafından yazılmış. 

Konusuna gelince: babasıyla iyi geçinemeyen Kyra, çok genç yaşta evinden ayrılır ve lokanta işleten Tom ve karısının yanında çalışmaya başlar. Aileyle yakın ilişki içine giren Kyra ve Tom gizli bir ilişki yaşamaya başlarlar. Tom'un karısının durumu öğrenmesiyle Kyra aileyi terk eder ve ücra bir semtte öğretmenlik yapmaya başlar. Tom'un oğlu Edward, yıllar sonra Kyra'yı bulur. Annesi hastalanıp vefat etmiştir ve babası Tom ile bir türlü yıldızı barışmamaktadır. Babasının ne denli huyzuz bir ihtiyar haline geldiğini Kyra'ya anlatır. Aynı gün Tom da Kyra'nın kapısına dayanır. İki eski aşık arasında bir hesaplaşma başlar. Acaba geriye dönüp her şeye yeniden başlamak ne denli mümkündür?


Haluk Bilginer, yeteneği tartışılmaz bir oyuncu ve ne oynuyorsa seyretmek bence "iyi" tiyatro seyircisinin görevi. Ancak son izlediğim iki oyununda da (-ki diğeri Nehir ) sanki oynarken sıkılıyor gibi bir izlenim yarattı bende. Enerjisi çok düşüktü ve inanın bazen diyaloglarını duymakta ve anlamakta dahi zorlandım. Oyunun kadın oyuncusu Esra Bezen Bilgin'i ise sahnede ilk kez izledim. Bende yarattığı izlenim oyunu oynamaktan son derece sıkılmış olması ve bu sebeple de feci agresif ve itici bir görüntü yaratmasıydı. "Aman Allahım bu denli övülen ödüllü oyuncuyu mu izliyorum ben şimdi" diye hayretler içinde kaldım. Genç oyuncu ise "geçerken oyna canım sen de bir iki sahnede" diye seçilmiş gibiydi... Oyunda tek başarılı olan şey, sahne tasarımıydı. Fakir bir semtteki apartman dairesi ancak bu kadar güzel betimlenebilir. 
Uzun lafın kısası ben bu denli sıkıldığım bir oyun senelerdir seyretmedim... Çok üzgünüm Haluk Bilginer...





6 Ocak 2018

Anadolu Tanrıları - Halikarnas Balıkçısı


Anadolu Tanrıları, Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın Yunan ve Roma Mitolojisi'nin Anadolu Toprakları ile ilişkisini incelediği bir denemesi... 
Halikarnas Balıkçısı diyor ki "mitolojik tanrıların çoğu Anadolu doğumludur ve bu toprakların kültürü mitolojik söylemlere yansımıştır". Kitapta Olympos'lu Tanrılar Zeus, Hera, Poseidon, Apollon, Aphrodite, Hermes, Ares, Hestia, Hephaistos, Athena, Hades incelenirken Girit topraklarındaki uygarlıklar, Mykene, Hitit Uygarlıkları ve geleneklerinden bahsedilmiş, Kybele, Zeus'un anası olarak nitelenip ilk Tanrıların oluşumu anlatılmış. En son olarak Yunan vezni irdelenmiş, en son bölümdeki rölyeflerle de tezler kanıtlanmak istenmiş.

Mitolojiye meraklı olanlar için farklı bir bakış açısı sunan kitap adeta bir üniversite tezi niteliğinde. Zaman zaman okuyucuyu aşan bilgiler vermekle birlikte bu sene mitolojik kitapları okumayı hedeflediğim için benim için bir başlangıç kitap oldu.






5 Ocak 2018

Arzu Tramvayı




Geçen seneden beri bu oyunun sahneye konmasını bekliyoruz. Oyun Atölyesi tarafından Nisan 2017'de sahneleneceği duyurulan ve sonra tuhaf anlaşmazlıklar sonucu geri çekilen Arzu Tramvayı bu sene yine Hira Tekindor'un yönetmenliği ve Zerrin Tekindor'un muhteşem oyunculuğu ile BKM yapımcılığında seyircisine kavuştu. Gerçekten yok satan biletleri biz de 1,5 ay önceden aldık ve geçtiğimiz Cuma günü -ilk defa gittiğim- UniqHall'da bu şahane tiyatro oyununu izledik.


Eser Tenesse Williams'ın ve ne tesadüftür ki bu sene seyrettiğim ikinci tiyatro eseri yazarın. Geçtiğimiz ay da Kızgın Damdaki Kedi'ye gitmiştik. "Arzu Tramvayı", Elia Kazan tarafından sinemaya da uyarlanmış ve zamanın dört oscarını da toplamış. Oyun iki perdeden oluşuyor. İlk perde 90, ikincisi ise 50 dakika; yani uzun bir oyun izlemeye hazırlıklı olun. 


Blance'ın  (Zerrin Tekindor) artık hayatla yalnız başına baş etmesi mümkün değildir. Güneyde yaşadığı evinde tüm ailesinin hastalıklarına ve ölümlerine birebir şahitlik etmiş, evi de dahil olmak üzere her şeyini kaybetmiştir. New Orleans'ta tek odalı bir evde kocasıyla birlikte yaşamakta olan kız kardeşi Stella'nın (Şebnem Bozoklu) yanına sığınır. Stella hamiledir ve kaba saba kocası Stanley (Onur Saylak) ile inişli çıkışlı bir ilişkisi vardır. Blance, bavulunda teatral kostümler taşır ve bunları giydikçe hayal dünyasına gömülür. İlk eşini hazin bir şekilde kaybeden Blance, çareyi iyi bir evlilik yapmakta görür. Yaşadığı şehirde tek gecelik ilişkiler yaşayan ve bolca dedikodusu çıkan Blance, Stanley'nin iş ve oyun arkadaşı Mitch (İbrahim Selim) ile bir yakınlaşma yaşasa da karanlık geçmişi yüzünden yalnız kalmaya mahkumdur. Stanley ile bir türlü yıldızı barışmayan Blance, en son nokta olarak bir de kaba adam tarafından tecavüze uğrar... Duygusal olarak zaten diplerde olan Blance, en sonunda akıl hastanesine kaldırılır.

Son dönem gittiğimiz tiyatrolarda ne komiktir ki oyun bitti mi bitmedi mi, alkışlayalım mı yoksa bir perde daha var mı ikilemlerine çok düşüyorduk. "Arzu Tramvayı" ise tam anlamıyla bir klasik eser.  Uzun süredir hasret kaldığımız tiyatronun ta kendisi. Muhteşem Zerrin Tekindor ve ona eşlik eden Onur Saylak, Şebnem Bozoklu ve İbrahim Selim gibi iyi oyuncularla bu sene izlenmeyi muhakkak hak eden bir eser... Uğraşın ve mutlaka bilet bulup gidin diyorum...